Ana içeriğe atla

Ölüm Efsanesi

Öldüğünüz zaman, yaşamınızın bir bölümü- ki insanlar bunun yaşamınızın tümü olduğunu sanır- sona ermiştir. Oysa sona eren, sonsuz bölümden oluşan bir kitabın içindeki bölümlerden biridir yalnızca. Bu bölümün bitmesi, kitabın bittiği anlamına gelmez. Sayfayı çevirdiğinizde yeni bir bölümle karşılaşırsınız.
Kişi ölürken yeni hayatını gözlerinde canlandırmaya başlar. Bu bilinen bir gerçektir çünkü yaşam bitmeden önce gerçekleşir. Arada bir, son noktadan geri dönen birileri çıkar. Sözgelimi, birisi tam boğulmak üzereyken, son anda kurtarılır. Neredeyse komaya girmiştir; yuttuğu su çıkartılıp, suni solunum yaptırılır ve yaşamı sona ermek üzereyken kurtulur. Bu durumdaki insanlar ilginç gerçeklerden sözetmişlerdir.
Anlatılanlardan biri, ölmek üzere olduklarını, yaşamlarının sonuna geldiklerini hissettikleri o son dakikada geçmişte yaşadıklarının, doğumdan içinde bulundukları ana kadar, çok hızlı bir şekilde gözlerinin önünden geçtiğidir. Belki bir saniyeden bile kısa bir zamanda, yaşadıkları her şey, anımsadıkları ya da tamamen unuttukları, belki yaşarken bile hafızalarına kaydetmedikleri, belleklerinin birer parçası olduğunu farketmedikleri tüm anılar gözlerinin önünde belirir. Anılardan oluşan bu film çok kısa sürer çünkü kişi ölmektedir ve filmin tamamını izleyecek üç saati filan yoktur.
Tüm film izlense bile bir insanın yaşamını o küçük ve önemsiz ayrıntılarla bağdaştırmak mümkün olmaz. Yine de her şey film şeridi gibi ölmekte olan insanın gözünün önünden geçer- bu kesinlik kazanmış ve büyük önem taşıyan bir olgudur. Bu bölüm sona ermeden önce, kişinin tüm deneyimleri, karşılayamadığı arzuları, beklentileri, yaşadığı düşkırıklıkları, moral bozuklukları, acı ve sevinçleri, kısaca her şey, kafasında son bir kez toparlanır.
Ölmekte olan kişi, yeni bir şeye doğru yönelmeden önce bütün bunları görmeli, toparlamalıdır çünkü sahip olmuş olduğu beden yitirilecek, zihni, beyni artık ona eşlik etmeyecektir. Oysa ki zihninin salacağı arzular ruhuna yapışıp kalacak ve gelecek yaşamını da bu arzular belirleyecektir. Geçmiş yaşamında yarım kalan ne varsa kişi hedef olarak onlara yönelecektir.
Bu nedenle ölüm anında ne yaptığınız doğumunuzun nasıl olacağını da belirler. Çoğu insan bir şeyleri bırakmamaya çalışarak ölür. Ölmek istemezler- ki bu anlaşılır bir durumdur.
Yalnızca ölüm anında aslında yaşamadıkları gerçeğinin farkına varırlar. Yaşamları rüyada gibi geçmiş ve ölüm anı gelip çatmıştır. Artık yaşamak için daha fazla zamanları kalmamıştır çünkü ölüm kapıyı çalmaktadır. Oysa yaşamak için zamanları varken bunu değerlendirmek yerine bu zamanı binbir türlü saçma şeye harcamışlardır.
İnsanları ölüm anlarında izleyin. Çektikleri acının nedeni ölüm değildir. Ölüm içinde acı barındırmaz, tamamen acısız bir şeydir. Aslına bakarsanız, derin bir uyku gibi gerçekten keyifli bir şeydir. Derin uykunun acı dolu olduğunu düşünüyor musunuz? Onları düşündüren ölüm, derin uyku ya da keyif değildir; bilinenin ellerinden kayıp gitmesinden endişe duyarlar. Korku yalnızca şu anlama gelir; bilineni yitirip bilinmeyene adım atmak. Cesaret korkunun tam karşıtıdır. Korkuların en büyüğü olan ölüm korkusu, cesaretin de en büyük düşmanıdır.
Bu konuda yalnız tek bir öneri getirebilirim- şu anda bir önceki ölümünüze geri dönmeniz olanaksızdır ancak hemen uygulamaya başlayabileceğiniz bir şey var: her zaman, her konuda ve her türlü deneyimde bilinenden bilinmeyene geçmeye hazır olmak. Yalnızca, yeni bir şeyin üzerine atlayıp, o yeniliğin, tazeliğin cazibesine kapılmak... Cesaret ancak bu şekilde kazanılır.
Bilinmeyen bilinenden daha kötü çıksa bile önemli değil. Konu zaten bu değildir. Eski olan her şey altın değildir derler. Ben diyorum ki eski olan her şey altın bile olsa boş verin. Her zaman yeni olanı seçin, altın olsun olmasın fark etmez.
Küçük bir alıştırmayla bu uygulamaya başlayabilirsiniz; ne zaman önünüze böyle bir seçenek çıksa, daima bilinmeyeni, riskli, tehlikeli ve güvencesiz olanı seçin.
Asla kaybetmezsiniz. Ve ancak o zaman ölüm bir çok gerçeği peşpeşe ortaya çıkaran bir deneyime dönüşür. Cesaret ayağınıza gelecektir. Şu basit formülle başlayın: hiçbir zaman bilinmeyeni kaçırmamak. Her zaman bilinmezi seçip balıklama dalın. Bu uğurda acı çekseniz bile buna değer- karşılığı mutlaka gelecektir. Bu seçimi yaptığınız durumlardan, her zaman daha büyümüş, daha olgun ve daha zeki olarak çıkacaksınız.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dinamik Meditasyon

 Dinamik Meitasyon İlk aşama: 10 dakika Hızla burnundan nefes alıp verirken, bırak nefesin yoğun ve kaotik olsun. Nefes ciğerlere derinlemesine ulaşmalıdır. Derin nefes aldığından emin ol, mümkün olduğunca hızlı nefes alıp ver. Bedenini kasmadan, omuzların ve boynun gevşek olduğundan emin ol. Nefes alıp verme haline gelene kadar devam et. Bir kez enerjin harekete geçtiğinde, bedenini de harekete geçirmeye başlayacaktır. Bu bedensel devinimlerin oluşmasına izin ver, onları daha fazla enerji açığa çıkarmada yardımcı olarak kullan. Kollarını ve bedenini doğal bir şekilde hareket ettirmek enerjinin yükselmesine yardım edecektir. Enerjinin yükseldiğini hisset; ilk aşamada kendini salıverme ve hiç yavaşlama. İkinci aşama: 10 dakika Bedenine orada ne varsa dışa vurması için özgürlük tanı... PATLA! .... Bedeninin kontrolü ele geçirmesine izin ver. Dışarı atılmasına gerek olan her şeyi serbest bırak. Bütünüyle çıldır.... Şarkı söyle, çığlık at, ka...

Arayış

Hayat bir arayıştır, sürekli bir arayış, ümitsiz bir arayış; arayanın ne aradığını bilmediği bir arayış. Aramak için çok derin bir içgüdü var, ama insan ne aradığını bilmiyor. Ve öyle bir zihin durumu var ki, eline geçen şey ne olursa olsun, seni tatmin etmiyor. Hayal kırıklığı insanın kaderiymiş gibi görünüyor; çünkü ulaştığın şey, ona ulaştığın anda anlamsızlaşıyor. Yeniden aramaya başlıyorsun.   Bir şey elde etsen de etmesen de, arayış devam ediyor. Neyin var neyin yok, hiç önemli değil, çünkü arayış her durumda sürüyor. Fakirler arayışta, zenginler arayışta, hastalar arayışta, iyiler arayışta, güçlüler arayışta, güçsüzler arayışta, aptallar arayışta, bilgeler arayışta ve kimse tam olarak ne aradığını bilmiyor.   Bu arayışın ne olduğu ve neden orda olduğu anlaşılmalı. Öyle görünüyor ki, insanın varlığında, insanın zihninde bir boşluk var. İnsan bilincinin yapısında bir delik, bir kara delik var sanki. İçine sürekli bir şeyler atıyorsun ve hepsi kayboluyor. Sanki hiçbi...

Aşık olmak

Aşk bir ilişki değildir. Aşk bir varoluş durumudur ve bir başkasıyla hiçbir ilgisi yoktur. İnsan aşık olmaz, insan aşk olur. Ve tabii insan aşk olduğu zaman aşık da olur. Ama bu bir sonuçtur, bir yan üründür; kaynak değil. Kaynak, insanın aşk olmasıdır. Peki, kim aşk olabilir? Doğal olarak, eğer kim olduğunun farkında değilsen, aşk olamazsın. Korku olursun. Korku, aşkın tam karşıtıdır. Unutma, insanların düşündüğü gibi aşkın ve sevginin karşıtı nefret değildir. Nefret, amuda kalkmış aşktır, aşkın karşıtı değil. Aşkın gerçek karşıtı korkudur. İnsan sevgiyle büyür, korkuyla küçülür. İnsan, korkuda kapanır, sevgide açılır. İnsan, korkuda şüphe duyar, sevgide güvenir. İnsan korkuda yalnız kalır, sevgide ise kaybolur; o yüzden de yalnızlık gibi bir durum söz konusu olmaz. Eğer insan yoksa, nasıl yalnız olabilir? Çünkü sevgi varken bütün bu ağaçlar, kuşlar, bulutlar, güneş ve yıldızlar senin içindedir. Aşk, kendi içindeki gökyüzünün farkına vardığın zaman yaşanır. Küçük bir çocukta korku ...