Yaşam Önsevişme, Ölüm Orgazmdır
Sevgili OSHO,
Dünyadaki tüm insanlar, bir anda, tanıdıkları insanların çoğunun ölümüne yol açacak, önüne geçilemez, korkunç bir hastalığın içinde olduklarını farkederlerse, bu insan bilincini nasıl etkileyecektir?
Bu kişiden kişiye göre değişir. Mutlak bilince sahip birisi bu durumdan hiç etkilenmeyecek, her şeyi olduğu gibi, bu durumu da kabullenebilecektir. Hiçbir mücadele ya da endişe içine girmeyecektir.
Bu kimseler kendi ölümlerini kabul edebildikleri gibi, içinde yaşadıkları gezegenin ölümünü de kabullenebilirler. Bu kabullenme hiçbir şekilde çaresizlik anlamına gelmez. Tam tersine bu, herşeyin oluş biçimini-doğup yaşayan herşeyin bir gün ölmesi gerektiğini görebilmek demektir.
Bu gezegen beş milyon yıl önce yoktu, o zaman doğdu. Şu anda belki de ömrünü tamamlamış durumda. Zaten insanlar politikacıların yol açtığı bu kriz durumundan kendilerini kurtarmayı başarabilseler bile, dünyanın yine de fazla bir ömrü kalmadı, çünkü güneş yavaş yavaş ölüyor. Birkaç milyon yıl içerisinde güneş, enerjisini tamamen tüketmiş olacak ve güneş öldüğü zaman, bu gezegen de yaşamını sürdüremeyecek çünkü tüm yaşam enerjimizi güneşe borçluyuz.
Mükemmel bilince sahip olan kişi bu durumu doğal bir olgu olarak kabul edecektir. Şu anda yapraklar ağaçlardan dökülmekte; daha dün gece rüzgar öyle güçlü esiyordu ki tüm yapraklar, yağmur damlaları gibi yere yağıyordu. Bu durumda elimizden ne gelir? Bu varoluşun kanunudur. Her şey önce bir şekil alır sonra da bu şekilden sıyrılıp cisimsizliğin içinde yokolur. Bu yüzden uyanışı gerçekleştirmiş bir kimse için bilincinde hiçbir değişim gerçekleşmeyecektir. Uyanışı gerçekleştirememiş olanlar ise farklı tepkiler göstereceklerdir.
Şöyle bir hikaye duymuştum; yaşlı bir adam ölmek üzereymiş. Uzun bir yaşam sürdüğü için ölüm konusunda bir endişesi yokmuş. Güneş batmış, hava kararıyormuş. Adam gözlerini açıp, yanında oturan karısına sormuş, "En büyük oğlum nerede?"
Karısı, "Tam karşımda, yatağın öbür tarafında oturuyor."diye yanıt vermiş. "Onu merak etme, şu anda hiçbir şey için endişelenme. Rahatla ve dua et."
Fakat adam bu kez, "Ortanca oğlum nerede?" diye sormuş.
Karısı, "O da büyük oğlunun hemen yanında oturuyor" demiş.
Ölmek üzere olan adam bu kez de yatakta doğrulmaya başlamış.
Karısı, "Ne yapıyorsun?" diye sormuş.
Adam, "Küçük oğlumu arıyorum" demiş.
Karısı ve çocukları, yaşlı adamın onları ne çok sevdiğini düşünmüşler. Küçük oğlan da adamın hemen ayak ucunda oturuyormuş.
"Baba, buradayım" demiş. "İçin rahat olsun, hepimiz buradayız."
Bunun üzerine adam şöyle demiş, "Hem hepiniz buradasınız hem de rahat olmamı söylüyorsunuz. Peki herkes buradaysa dükkana kim bakıyor?"
Ölüm anında bile aklı dükkanındaymış yani.
Farklı insanların bilinçaltının ölüm anında nasıl tepki vereceklerini kestirmek çok güçtür. Ama kesin olan bir şey vardır ki, gösterdikleri tepki, tüm yaşamlarını yansıtacaktır. Herkesin yaşamı farklı yollar, farklı deneyimlerden geçtiği için, ulaştığı son nokta da farklı olacaktır.
Ölüm kişiliğinizin özünü su yüzüne çıkarır.
Başka bir yaşlı adam ölüm döşeğindeymiş. Bu adam çok zenginmiş. Ölürken tüm ailesi yanındaymış. En büyük oğlu şöyle demiş, "Öldüğü zaman ne yapmalıyız? Onu mezarlığa taşımak için bir araba kiralamamız gerek."
En küçük oğlan, "Her zaman bir Rolls Royce'un hayalini kurmuştu. Yaşadığı sürece binmek kısmet olmadı, bari öldüğünde mezara Rolls Royce'la gitmenin keyfine varsın." demiş.
Büyük oğlan, "Sen çok küçüksün, hiçbir şeyden anlamıyorsun!" diye yanıt vermiş. "Ölüler hiçbir şeyin keyfine varamazlar. Bir ölü için bir Rolls Royce'la bir Ford arasında hiçbir fark yoktur. Ford kiralasak yeter."
Ortanca oğlan atılmış, "Amma savurgan davranıyorsunuz! Cesedin taşınması gerekiyor yalnızca. Kamyoneti olan birini tanıyorum, hem daha rahat, hem de daha ucuz olur."
Diğer ortanca oğlan, "Tüm bu saçmalıklarınıza dayanamıyorum!" diye çıkışmış. Rolls Royce'muş, Ford'muş, kamyonetmiş uğraşmaya ne gerek var. Evlenecek değil ya? Mezara gidecek. Onu arka bahçeye, diğer çöpleri çıkardığımız yere çıkarırız. Belediyenin kamyonu da gelip bedavaya alıp götürür."
Tam bu anda yaşlı adam gözlerini açıp, "Ayakkabılarım nerede?" diye sormuş.
Oğulları, "Ayakkabılarını ne yapacaksın, yatıp dinlensene" demişler.
En büyük oğlan, "Babamız inatçı bir adamdır. Belki de ayağında ayakkabılarıyla ölmeyi aklına koymuştur. Bırakalım giysin onları" demiş.
Yaşlı adam bir yandan ayakkabılarını giyerken, bir yandan da şöyle demiş: "Masraflar için endişelenmeyin. Hala bir parçacık canım var. Mezarlığa yürüyerek gideceğim. Orada görüşürüz! Hepinizin böyle savurgan olması beni üzdü; yaşarken bile bir Rolls Royce'un ya da başka güzel arabaların yalnızca hayalini kurdum. Hayal kurmak ucuzdur, her şeyin hayalini kurabilirsiniz."
Ve söylendiğine göre adam mezarlığa kadar, tüm akrabalarını da peşine takıp yürümüş ve tam olarak mezarının yanı başında ölmüş-masraftan tasarruf etmek için!
Hindistan'da oldukça saygı gören J.Krishnamurti'nin izdeşçilerinden yaşlı bir adam arada beni ziyaret ederdi çünkü oğlu Madya Pradesh'in baş yargıcıydı ve Madya Pradesh mahkemesi de Jabalpur'daydı. Oğlunu ziyarete geldiğinde mutlaka şehirde olup olmadığıma bakardı. Yaşlı adam neredeyse elli yıldır Krishnamurti'nin izdeşçisiydi. Tüm ritüelleri, tüm kutsal kitapları bir kenara bırakarak, Krishnamurti'nin doğru bildiğine mantığı ve zihniyle kesin olarak ikna olmuştu. Ona şöyle derdim, "Unutmamalısın ki zihninle edindiğin, mantıksal ve rasyonel kanı oldukça yüzeyseldir. Bir kriz anında bu kanı kaybolur, buharlaşır."
Ama o şöyle derdi, "Elli yıl boyunca yüzeysel kalamaz herhalde."
Bir gün oğlu bana gelip, "Babam ölmek üzere ve aklıma sizden başka yanında olmasını isteyeceği kimse gelmedi. Sizi çok sever, lütfen benimle gelin. Araba hazır, fazla vaktimiz yok dedi."
Onunla gittim. Babasının odasına girdiğinde sessizce bir şeyler mırıldanmakta olduğunu gördüm. Ben de sessizce yanına yaklaştım çünkü ne söylediğini merak ediyordum. Hindu dininde Tanrının ismi olan Ram'ı tekrarlıyordu. Hem de elli yıl boyunca "Tanrı yoktur" dedikten sonra!
Onu sarstım. Gözlerini açıp şöyle dedi: "Beni rahatsız etme. Bu tartışılacak zaman değil."
"Tartışacak değilim" dedim. "Yalnızca sormak istiyorum; o elli yıl nereye gitti? Tanrı'nın ismini tekrarlamak da nereden çıktı? Tanrı yoktur diye ısrar ederdin hep."
Şöyle yanıt verdi: "O, o zaman için geçerliydi ama şu anda ölmek üzereyim, doktorlar yarım saatten fazla dayanamayacağımı söylüyor. Bu yüzden beni rahatsız etme, bırak tanrının adını tekrarlayayım. Hem kim bilir, belki vardır. Eğer tanrı yoksa adını tekrarlamaktan hiçbir zarar gelmez. Ama bir tanrı varsa ve ölürken adını tekrarlamazsan kara listeye girersin. Ve ben cehenneme gitmek istemiyorum çünkü burada, dünyada zaten yeteri kadar çektim."
"Ben de sana bunu söylemeye çalışıyordum" dedim. "Zihinsel bir kanı tek başına yeterli değildir."
O ölmedi, hastalıktan kurtuldu. Üç dört gün sonra yeniden ziyaretine gittim. Bahçede oturuyordu. Ona sordum: "O akşam hakkında ne düşünüyorsun?"
Şöyle yanıt verdi: "O gece olup biten her şeyi unut. Zayıf bir anımdı ve ölüm korkusundan tanrının adını tekrarlamaya başladım. Yoksa tanrı yoktur."
"Bu demektir ki yeni bir ölüm döşeği deneyimine ihtiyacın var. Bu ilk kalp krizini atlattın ama ikincisi de yakındır. En fazla ikinciyi de atlatırsın ama üçüncüden kurtulamazsın. Bu söylediklerini unutma." dedim.
"O geceyi unut. Tanrı olmadığından kesinlikle eminim."dedi.
"Yalnızca ölümün sana yaklaşmasını bekle" dedim. "Bir anda tüm bu yüzeysel, entelektüel kanılar kaybolacaktır. Tanrı olmadığına dair bu fikir sana ait değil, ödünç alınmış bir fikir. Bu kendi araştırmaların, kendi içgüdünle ulaştığın bir fikir değil. Senin bilincinin bir parçası da değil, yalnızca zihninin bir parçası."
İnsanlar farklı şekillerde davranacaklardır.
Bana soruyorsunuz; "Dünyadaki tüm insanlar, bir anda, tanıdıkları insanların çoğunun ölmesine yol açacak, önüne geçilemez, korkunç bir hastalığın içinde olduklarını farkederlerse, bu insan bilincini nasıl etkileyecektir?" diye.
Bu konuda kesinliği olan birkaç nokta vardır. Birincisi, tüm dünya ölürken tüm yakınlarınızın, anne, baba, kız arkadaş, eş, erkek arkadaş, çocuklarınızın hiçbir anlam ifade etmeyecek oluşudur. Tüm dünya ölümün, bir kara deliğin içinde yok olmanın eşiğindeyken, dünyada yarattığınız ilişkiler sağlam kalamaz. Aslında tüm bu ilişkilerin gerisinde biz birbirimize yabancıyız.
Bu insanı korkuttuğu için, kimsenin derinine inmediği bir düşüncedir. Oysa insan bir kalabalığın içindeyken bile tek başınadır. İnsanlar isminizi bilse bile bu neyi değiştirir? Siz hala bir yabancısınızdır. Bunu görmek kolaydır- bir çift otuz yıl, kırk yıl, hatta elli yıl birlikte yaşamış olabilirler ama ne kadar uzun süre birlikte yaşadılarsa, birbirlerine yabancı olduklarını da o kadar iyi anlamışlardır.
Evlenmeden önce belki birbirleri için yaratılmış oldukları sanrısına kapılmışlardı. Ama balayı sona erer ermez bu yanılsama da kaybolur. Ve her gün birbirlerinden biraz daha, biraz daha uzaklaşmaya başlarlar. Bu arada her şey yolundaymış, her şey iyiymiş gibi davranırlar. Ama içlerinde bir yerde yabancılıklarının dokunulmaz olduğunu da bilirler.
Bu dünya tümüyle yabancılarla doludur. Ve dünya az sonra yokolacak olsaydı, tüm radyolar ve televizyon bu duyuruyu yapsaydı, bir anda kendinizi tüm çıplaklığınızla görebilirdiniz: tek başınıza.
Küçük bir çocuk babasıyla birlikte hayvanat bahçesine gitmiş. Vahşi bir aslanın kafesin içinde bir aşağı bir yukarı yürüyüşünü izlerken çocuk oldukça korkmuş. Henüz dokuz yaşlarındaymış. Babasına şöyle sormuş: "Baba olur da bu aslan kafesinden çıkar ve sana bir şey olursa diye lütfen bana eve dönebilmek için kaç numaralı otobüse binmem gerektiğini söyler misin?"
Aslında böyle bir durumda çocuk çok anlamlı bir soru soruyor. Babasına bir şey olursa kendisine de bir şey olabileceğini kestiremiyor ama olur da babasının başına bir şey gelir ve kendisi sağ kalırsa eve dönebilmek için otobüsün numarasını bilmeye ihtiyacı var. Bu durumda babası, oğlu onun akıbetiyle hiç ilgilenmediği için şok geçiriyor. Ona ne olursa olsun çocuk otobüs numarasını bilmek istiyor.
Ölüm havası bir anda bütün maskelerinizi çıkarır, bir anda yalnız olduğunuzun ve tüm ilişkilerinizin bunu unutmak için, bir aile kurup kendinizi yalnız hissetmemek için yaratılmış birer kandırmaca olduğunun farkına varmanızı sağlar.
Ölüm her şeyi kusursuzca açığa çıkarır. Ve bu yalnızca küçük ölümler için geçerlidir. Eğer tüm dünya ölecekse bütün ilişkileriniz bu olay gerçekleşmeden önce son bulacaktır. Tek başınıza, isimsiz, şöhretsiz, saygın olmayan, güçsüz ve tamamen çaresiz bir yabancı olarak öleceksiniz. Ancak bu çaresizlikte bile insanlar farklı davranacaklardır.
Yaşlı bir adam genç bir kadınla buluşmadan önce, libidosunu arttıracak bir afrodizyak reçetesi yazması için doktora gider. Daha sonra kadını şehrin en güzel restoranlarından birine götürür. Çorba siparişlerini verdikten sonra kadını makyajını tazelemesi için tuvalete gönderip garsonu çağırır. Garsonu kenara çekip gizlice, "Çorbayı mutfaktan çıkarmadan hemen önce bu ilaçları içine at" der. Genç kadın masaya geri döner. Fakat on-beş dakika sonra çorbalar hala gelmeyince adam yeniden garsonu çağırıp, "Çorbalar nerede kaldı?" diye sorar.
"Birkaç dakika sonra burada olurlar" diye yanıtlar garson. "Ama önce eriştelerin tekrar yatay pozisyona geçmesini bekliyoruz."
Ölüm vakti geldiğinde, bilinçsiz insanların aklındaki en önemli konu seks olacaktır çünkü seks ve ölüm aynı madalyonun iki farklı yüzüdür.
Tüm dünya ölürken, cinselliklerini bastırmış olan bilinçsiz insanların çoğunun aklında yalnızca seks olacaktır. Başka hiçbir şey düşünemeyecek; tüm merak, hobi ve dini inançlarını yitirip- dünya ölüyor, belki ölüm her şeyi yok etmeden önce son bir kez daha sevişebiliriz diye düşüneceklerdir. Tüm yaşamları boyunca din adamları yüzünden, toplumsal ve kültürel baskılar yüzünden libidolarını, cinsel dürtülerini bastırıp durdukları halde o noktada hiçbir şeyin önemi kalmayacaktır. Her şey yok olacağı için artık ne saygınlığa ihtiyaç duyacak ne de dinleri önemseyecekler.
Tabii bu değişik bireylere ve nasıl bir yaşam sürmüş olduklarına bağlı olacaktır. Eğer bu bireyler kendilerini kısıtlamadan, doğal bir hayat sürmüş ve her anın hakkını vermişlerse büyük olasılıkla olup biteni, bu en büyük trajediyi, dünyadaki en büyük dramı yalnızca izleyeceklerdir. Sessizce oturup izlemekten başka hiçbir şey yapmayacaklardır. Yine de insanların nasıl davranacağına dair genel bir kural oluşturulamaz.
Yalnızca aydınlanmış insanlar için hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair garanti verilebilir. Onlar bu olayların oluşun doğasında olduğunun bilincindedirler. Bu Gautama Buda'nın yaklaşımının ta kendisidir- oluş felsefesi- sonbahar geldiğinde bir an gelip çatar ve artık yapraklar ağaçtan ayrılmak zorundadır.
İlkbaharda ise çiçekler açar ve özellikle Doğu'da -Batı'nın bu konuda hiçbir fikri yoktur- bunun yalnızca bir canlanış olmadığı, her canlının bir yokoluşa doğru gittiği bilinir. Bu tıpkı her insanın yorucu bir iş gününden sonra uykuya yatmasına benzer. Bu çok sağlam bir düşüncedir. Her varlık bir süre sonra- ki artık her varlığın tam olarak ne kadar yaşadığından bile sözedilebiliyor- bir yokoluşa doğru ilerliyor. Herşeyin dinlenmeye de ihtiyacı var. Bu yüzden aydınlanmış insan için bu hiç olağandışı bir durum değildir; varoluşun bir parçasıdır. Gün sona erdiği gibi gece de sona erecek ve canlanış yeniden uyanacaktır.
Modern fizik bu düşünceye giderek yaklaşıyor. Öncelikle kara delikleri keşfettiler: uzayda tuhaf kara delikler olduğunu ve bir gezegen ya da güneşin bu deliklere yaklaştığı taktirde içeri çekilip basitçe yokolduğunu buldular. Ancak bilim doğanın dengesini anladığı için şimdi de beyaz deliklerin var olması gerektiğinden sözediliyor. Belki de kara delikler kapının bir yanında beyaz delikler ise diğer yanında yer alıyor. Bir gezegen ya da yıldız bir yandan kara deliğe girip kaybolurken, diğer yandan da beyaz delikten yeni bir yıldız doğuyor.
Her gün yeni yıldızlar doğup eskileri ölüyor, yaşam ve ölüm sürekli bir çember çiziyorlar. Eğer yaşam günse, ölüm de gecedir- yani günün karşıtı değildir; yalnızca dinlenmek, uyumak, yeniden canlanmak için gerekli bir zamandır.
Anlayan bir kişi bu durumdan rahatsızlık duymayacaktır. Ama bilinçsiz kişiler tamamen fıttıracak ve daha önce hiç yapmadıkları şeyleri yapmaya başlayacaklardır. Çünkü daha önce kendilerini kontrol altında tutuyorlardı ama bu durumda ne kontrolün bir anlamı ne de ona duyulan ihtiyaç kalmayacak.
Eğer bu durum önceden bilinirse- ki bu pek olası değil çünkü nükleer silahlarla dünyanın yok edilmesi on dakikadan fazla almayacaktır- bu durumda önceden haber almamız pek mümkün olmayacaktır: "Hazır olun!" diye on dakika içinde dünyanın yokolacağını televizyondan ya da radyodan duymanın şoku bile donakalıp felce uğramanıza yol açabilecek denli büyük ve yabancı bir şok olacaktır.
Belki de insanların çoğu nükleer silahlar yüzünden değil de bu şoktan ölecektir. On dakika sonra tüm dünyanın öleceğini duymanın şoku insanların kırılgan varoluşlarını yoketmeye yetecektir. Yine de insanların nasıl davranacağını önceden kestirmeye çalışmak varsayımdan öteye gidemez.
Yalnızca aydınlanmış kişiler için hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair kişisel yetkimi kullanarak kesinlikle garanti verebilirim. Eğer çay içiyorlarsa, çay içmeye devam edecekler; elleri bile titremeyecektir. Yıkanıyorlarsa yıkanmaya devam edecekler. Ne şoka girecek, ne felce uğrayacak ne de fıttıracaklar. Daha önce kendilerini bastırarak mahrum bıraktıkları şeylere de gömülmeyecekler çünkü zaten aydınlanmış bir kişi varoluşunda hiçbir şeyi bastırmaz; doğaya söyledikleri tek bir kelime vardır- "Evet."
Dünyanın yokoluşuna, bu mutlak ölüme "evet" diyeceklerdir çünkü "hayır" diye bir sözcüğü bilmezler. Onlar hiçbir direnç göstermeyeceklerdir; bilinçli bir şekilde ölen tek insanlar onlar olacaktır. Ve bilinçli olarak ölen bir insan ebedi yaşam akışına katılır; o aslında ölmemiştir.
Bilinçsiz olarak ölenlerse başka bir gezegende, başka bir rahimde yeniden doğacaklardır çünkü yaşam nükleer silahlarla bile yokedilemez. Bu silahlar ancak yaşamı içinde barındıran evleri yokedebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder