Bağlanmak Yerine Şarkı Söyleyin!

Herhangi bir tapınakta, sinagog veya kilisede ibadet eden her insan hem kendini, hem de içinde barındırdığı tanrıyı küçük düşürmektedir. Kişinin içindeki tanrının, başka hiçbir tanrıya tapınılmasına ihtiyacı yoktur. Gereken tek şey bir uyanış, farkındalık ve kişinin kendi varlığına dair bilinç kazanmasıdır.
İnsan kendi bilincine vardığı anda artık fani değil ölümsüzdür. Aslında en başından itibaren ölümsüzken, bir yanlış anlaşılma yüzünden kendini fani, bir gün ölecek olan bir varlığa indirgemiştir. İçinizde barındırdığınız yaşam ve bilinç sonsuz ve ölümsüz olduğu halde, ölümden korkmaya devam ediyorsunuz çünkü her gün birinin öldüğünü görüyor ve her ölümde de kendi ölümünüzü anımsıyorsunuz.
Şair der ki, "Hiçbir zaman çanlar kimin için çalıyor diye sorma; çanlar senin için çalıyor..."
Söylediğinde bir doğruluk payı var; her ölüm semboliktir; sizin de aynı kuyrukta beklediğinizi ve bu kuyruğun gitgide kısaldığını gösterir. Her gün ölüme bir adım daha yaklaşıyorsunuz. Aslında dünyaya geldiğiniz gün sizin doğduğunuz değil, ölmeye başladığınız gündür. O günden beri de her gün biraz ölmeye devam ediyorsunuz. Her doğum gününüzde ölüm size bir yıl daha yaklaşıyor.
İnsanların, hayvanların, ağaçların, kuşların öldüğü kesin bir gerçektir. Sizin de birgün öleceğiniz gerçeğini nasıl gözardı edebilirsiniz? Belki yarın, belki yarından sonraki gün... Bu yalnızca bir zaman meselesidir.
Ancak yine de, kendi varlıklarının farkında olanlar, hiç kimsenin ölmediğinin bilincindedir.
Ölüm bir yanılsamadır.
Başkalarını ölürken gördünüz; peki ya kendinizi? Peki birinin ölümünü gördüğünüzde onu gerçekten ölürken görüyor musunuz? Tüm görebildiğiniz ve tıp biliminizin tüm görebildiği, ölen kimsenin soluk almadığı, nabzının kaybolduğu ve kalbinin atmadığıdır.
Birkaç gün önce Keşmir'in Pakistan işgali altındaki bölgesinde yaşayan bir adam, üçüncü kez ailesini ve arkadaşlarını yanılttı. Yüzotuzbeş yaşında, üçüncü kez öldü. İnsanlar bu duruma oldukça şüpheyle yaklaştılar, çünkü aynı oyunu daha önce de iki kere oynamış, iki kere daha ölmüştü. Doktorlar tarafından öldüğü tespit edilip, rapor yazıldıktan sonra bir anda uyanıp, gözlerini açıp, kahkahalar atmaya başlamıştı. Bu yüzden bu kez öldüğünde, herkes çok dikkatli davrandı. Doktorlar büyük bir dikkatle ölüme ait tüm verileri topladılar; hepsi de hiçbir soru işaretine yer bırakmayacak denli kesindi.
Doktorlar şöyle dedi: "Sizi daha önce yanıltmış olabilir, fakat bu kez gerçekten ölmüş. Tıp bilimine göre, bu adam ölü bir insanda görülebilecek her türlü belirtiyi taşıyor." Ve tam üç doktor ölüm raporunu imzaladıkları anda adam gözlerini açıp gülmeye başladı ve, "Dinleyin, bir sonraki ölümümde gerçekten öleceğim. Yalnızca bir kez daha denemek istedim."dedi.
Keşmir'in Pakistan'ın işgal ettiği bölgesinde Hindistan ve Pakistan'ın en uzun ömürlü insanları yaşar. Yüzyirmi yaşına kadar yaşamak sıradan ve normaldir. Yüzelli yaşında birine rastlanabilir, bu normal değildir, yine de yüzlerce kişi bu yaşa ulaşmıştır. Bir de seyrek de olsa, yüzseksen yaşını aşmış birkaç kişi vardır ve hala genç, hala tarlalarda çalışır durumdadırlar.
Biraz önce sözettiğim adam dünyanın dört bir yanından gelen birçok gazeteci tarafından soru yağmuruna tutuldu çünkü az rastlanır türden biriydi; üç kez öldüğüne dair rapor hazırlanmış, tıp bilimini üç kez yanılgıya uğratmıştı. Ona sordular, "Bunu nasıl başardınız? Ölünce neler oluyor?"
Şöyle yanıt verdi. "Hiçbir şey, çünkü ben bedenim değilim, bunu biliyorum; ben nefesim değilim, bunu biliyorum; ben kalbim de değilim, bunu da biliyorum. Ben bunların hepsinin ötesindeyim ve basitçe o tarafa kayıveriyorum. Kalbim duruyor, nabzım duruyor ve siz aldanıyorsunuz. O zaman bedenime geri dönüyorum ve kanım yeniden akmaya, kalbim yeniden atmaya başlıyor. "
O basit bir adam, bir çiftçi. Bir yogi filan değil, hayatında hiç bu tip pratikleri uygulamamış. Yalnızca yedi, sekiz yaşlarında küçük bir çocukken bir Sufi'yle tanışmış ve Sufi ona ölümün bir yanılsama olduğunu söylemiş. O da öyle masummuş ki bunu kabul etmiş.
Sufi şöyle demiş: "Bedeninden çıkmanın çok basit bir yöntemi vardır. Yalnızca bedenini içeriden izle; bu şekilde izlemeye devam ettikçe, gitgide seninle bedenin arasında daha büyük bir mesafe oluşacaktır. Kısa zamanda beden kilometrelerce uzakta kalacaktır. Zihnini izlersen de aynı şey zihninle olacaktır. Bu durumda sen yalnızca bir izleyici haline gelirsin ve ister bedeninden, ister zihninden, istersen tüm benliğinden çıkıp gidebilirsin. Geri dönmek de senin kontrolündedir. Çıkan sen olduğun için, çıktığın yolu bilecek ve aynı yoldan geri döneceksin. O yol izlemektir, izle ve çık. Şimdi izlemeyi bırak. Bedeninle özdeşleş. 'Ben bedenim, ben zihinim, ben nefesim, ben kalp atışıyım' de. Bir anda o mesafe kaybolacaktır. Gitgide yaklaşacak ve kısa zamanda tekrar bedenine gireceksin."
Bedenle özdeşleştiğiniz zaman, beden siz olursunuz. O zaman ölümlüsünüzdür. O zaman ölüm korkusu mevcuttur. Bedenle özdeşleşmediğiniz zaman yalnızca bir gözlemci, saf bilinç, zihinsizlik olursunuz. Bu durumda ölüm, hastalık, yaşlılık gibi şeyler sözkonusu olmaktan çıkar. İçinde bulunduğunuz gözlemci olma durumu, sonsuz, her daim taze, genç ve aynıdır.
Gerçek din size ibadet etmeyi öğretmez. Gerçek din kendi ölümsüzlüğünüzü, içinizdeki tanrıyı keşfetmeyi öğretir.
Herkes bir gün ölümün kapıları arasından geçecek. Eğer saf bilinçten oluştuğunuzu, yalnızca sahip olduğunuz beden, zihin, kalp, para, prestij, iktidar ya da evden değil de saf bilinçten ibaret olduğunuzu hatırlayabilirseniz, ölüm engelini sıyrık bile almadan aşabilirsiniz. O zaman ölüm sizde küçük bir iz bile bırakamaz.
Yayati adında büyük bir kral tam yüz yaşına kadar dopdolu yaşamış ve yaşamın sunabileceği her türlü keyfi tatmıştı. Ölüm bir gün Yayati'nin kapısını çalıp, "Hazırlan," dedi. "Vaktin geldi ve seni almaya geldim."
Yayati ölümü görünce, birçok savaşta bulunmuş kahraman bir savaşçı olmasına karşın titremeye başlayıp şöyle dedi, "Ama henüz çok erken."
Ölüm, "Çok mu erken?"diye yanıt verdi. "Yüz senedir hayattasın. Çocukların bile yaşlandı. En büyük oğlun seksen yaşında. Daha ne istiyorsun?"
Yayati'nin yüz tane karısı olduğu için, yüz tane de oğlu vardı. Ölüme sordu, "Bana bir iyilik yapabilir misin? Birini almak için geldiğinin farkındayım. Oğullarımdan birini ikna edebilirsem, onun canını alıp beni yüz yıl daha rahat bırakır mısın?
Ölüm şöyle yanıt verdi: "Senden başkası kendini hazır hissediyorsa onu almakta hiçbir sakınca görmüyorum. Ama sanmıyorum- sen babaları olduğun, hepsinden uzun yaşayıp her şeyin keyfine vardığın halde kendini hazır hissetmiyorsan, oğullarından biri nasıl hissedebilir?"
Yayati yüz oğlunu çağırdı. Daha yaşlı olanları sessiz kaldılar. Ortada büyük bir sessizlik vardı, kimse bir şey söylemiyordu. Yalnızca henüz onaltı yaşında olan en genç oğlu ayağa kalkıp şöyle dedi, "Ben hazırım." Ölüm bile bu genç çocuk için üzülüp, "Belki de sen fazla safsın. Baksana, diğer doksandokuz kardeşin tamamen sessiz kalıyor. Bazısı seksen, bazısı yetmişbeş, bazısı yetmişsekiz, bazısı yetmiş, bazısı altmış yaşına kadar yaşamış ve daha da yaşamak istiyorlar. Sen henüz hiçbir şey yaşamadın. Ben bile senin için üzülüyorum. Tekrar düşünmelisin." diye uyarıda bulundu.
Oğlan, "Hayır!" dedi. "Onların bu halini görünce kararımdan iyice emin oldum. Benim için üzülme; mutlak bir farkındalıkla gidiyorum. Babam bile yüz yaşında hala tatmin olamamışsa, burada olmanın ne anlamı var? Ben nasıl tatmin olabilirim? Doksandokuz ağabeyimin de tatmin olamadıklarını görüyorum. O zaman neden vakit harcayayım? En azından babama bu iyiliği yapabilirim. Bu yaşlı haliyle, bırakalım yüz yıl daha keyif sürsün. Ama benim için bitti. Kimsenin tatmin olamadığını görünce, yüz yıl bile yaşasam yine de doyamayacağımı kesinlikle anladım. Bu yüzden bugün gitmemle, doksan sene sonra gitmem arasında hiçbir fark yok. Lütfen beni al."
Ölüm genç oğlanı aldı. Ve yüzyıl sonra geri geldi. Yayati yine aynı durumdaydı. "Bu yüz yıl çok hızlı geçti."dedi. "Yaşlı oğullarımın hepsi öldü. Ama bir önerim daha var. Sana başka bir oğul verebilirim. Lütfen bana acı."
Bu böyle devam etti, hikaye bin sene böylece sürüp gitti. Ölüm on kez Yayati'yi ziyaret edip, dokuzunda oğullarını aldı, Yayati de yüz yıl daha yaşadı. Onuncu kez geldiğinde Yayati şöyle dedi: "Hala beni almaya ilk kez geldiğin zamanki kadar tatmin olmamış durumdayım. Ama bu sefer istemeye istemeye, gönülsüzce de olsa geleceğim çünkü senden bana bir iyilik daha yapmanı isteyemem. Bu çok fazla olur. Hem bir şey kafamda kesinleşti ki, bin senede tatmin olamadıysam, onbin senede bile olamam."
Bu bağlanmaktır. Yaşamaya devam edebilirsiniz ama ölüm düşüncesi aklınıza geldikçe titremeye başlarsınız. Hiçbir şeye bağlı değilseniz, ölüm şu anda da gelse onu memnuniyetle karşılarsınız. Onunla gitmeye kesin olarak hazır olursunuz. Ölüm böyle bir insanın karşısında yenilgiye uğrar. Ölüm yalnızca her an duraksamaksızın ölmeye hazır olan insanların karşısında yenilgiye uğrar. İşte bu insanlar ölümsüzleşir, birer Buda'ya dönüşürler.
Bağlılıktan bağımsızlaşmak, ölümden bağımsızlaşmak demektir. Bağlılıktan bağımsızlaşmak, yaşam-ölüm tekerleğinden bağımsızlaşmaktır. Bağlılıktan bağımsızlaşmak, size evrensel ışığı görüp, onunla bütünleşme yetisini verir. Ve bu, varolan her şeyin ötesinde en büyük kutsanma, en yüksek haz noktasıdır. Artık yuvaya ulaşmışsınız demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder