Ana içeriğe atla

Ben iki yüzlüyüm. Ne yapmalıyım?

"Bhagwan, Ben iki yüzlüyüm. Ne yapmalıyım?"
Bunu kabul etmen iyi, bir ikiyüzlü olduğunu itiraf etmen güzel. Bu bir başlangıç -içtenliğin başlangıcı, gerçeğin başlangıcı. Bundan böyle uzun süre ikiyüzlü kalamazsın. İkiyüzlülük yokmuş gibi davranıldığı sürece kalmaya devam eder.
Bir maske taktığını fark ettiğin anda, o maske düşmeye başlamıştır zaten. Bunun kendi yüzün olmadığının farkına varmışsındır. Fakat maskenin gerçek yüzün olduğunu, kendine ve başkalarına inandırmaya çalışmaya devam edersen, maske yüzüne devamlı yapışık kalır. Sorun budur; başkalarını kandırırsan kendini de kandırmaya başlarsın. Böyle bir insan, gerçeğin, doğallığın ve samimiyetin dilini unutur. Uzun zamandır yalan söylemekte ve başkaları da bu yalana inanmaktadır. Yalan söyleyip başkalarını inandırdığı için bu durumda bir gerçeklik görmeye başlar. Nasıl tüm insanları kandırabilirsiniz?
İnsanlar o kadar da aptal değildir.
Maske takmanın en büyük sorunu şudur. Maskeler yüzünüz olur. Maske ile gerçek yüzün arasındaki mesafe kaybolmaya başlar. Zamanla birbirlerine yapışırlar. Bunları ayırmaya çalışmak sanki derinizi yüzmek gibi acı verir. Bütün yanlışları yüzünüzden atabilmek; cerrahi bir müdahaledeki cerrahın ustalığını gerektirir. Maskeniz sizin ikinci doğanız olmuş ve özgün doğanızı unutmuşsunuzdur. Bu maskeli durumunuz sizin özgün durumunuzdan daha önemli hale gelmiştir.
Sana söyleyeceğim ilk şey bunun iyi olduğudur, çünkü kabul ettin. Aslında Hintliler için ikiyüzlülüğü kabul etmek zordur. Asırlardır ikiyüzlülük içinde yaşadılar. Bu onların hayatının bir parçası oldu. Onların mahatmaları, azizleri, sözde büyük adamları, hepsi ikiyüzlülük içinde yaşıyorlar. Ve küçük adamlar bu sözde büyük adamların peşinde koşuyorlar.
İkiyüzlülük kana, iliğe kadar işlemiştir. Bu ilkel kültürlerde hep olagelmiştir. Ve Hindular yaşayan en ilkel kültürlerden biridir. Aslında yaşadığını da pek söyleyemeyiz. Aslında nefes alıyor ve bitkisel hayattaymış gibi yaşıyor. Henüz ölmedi ve ölmemiş olması büyük bir talihsizlik. Çünkü ölseydi yerine yeni bir şey doğabilirdi. Dünyadan yok olmuş başka kültürler de oldu. Babil nerede? Eski Mısır nerede? Eski Çin nerede? Roma nerede? Yunan nerede? Dünya haritasına bakarsanız kalan tek eski kültürün Hint kültürü olduğunu görürsünüz. Çok yaşlı, yıpranmış, bir fosil, bir mezarlık. Bu mezardaki insanlar ne yazık ki tamamen ölmedi. Yaşadıkları sürece bu yalanlarla yaşamaya devam edecekler.
Şu gerçeğe hiç dikkat ettiniz mi? Çocuklar hiçbir zaman ikiyüzlü olmamıştır. Bir durum hakkında ne gerekiyorsa basitçe dile getirirler. Ve büyüdükçe yalan söylemeye başlamak zorunda kalırlar. Çünkü yalan söyleyen yetişkinlerle aynı dünyayı paylaşmak zorundalar. Ve çocuk şu gerçeği görür; yaşayacaksan yalan söylemek zorundasın.
Benim bu konudaki görüşüm şuydu: babam bana ne zaman bir şey sorsa ben de ona bir şey sorardım. "Gerçeği mi duymak istiyorsun yoksa tatlı olanı mı?" derdim. O da bana gerçeği söyle seni koruyacağım derdi. Bu yüzden her zaman benim yüzümden başı belaya girmiştir.
Bir gün babam bana şöyle dedi. "Bu gün çok sıkıcı birisi gelecek. Ben ise onu görmek istemiyorum. Ona sadece babam evde yok demeni istiyorum."
Sıkıcı adam geldi ve hemen babamı sordu. Ben de "Şu anda içerde ancak senin bir sıkıntı kaynağı olduğunu, tüm gününü mahvedeceğini bu yüzden evde olmadığını belirtmemi istedi." dedim.
Tabii ki adam çok sinirlendi ve eve dalarak babamı buldu. "Sorun nedir, oğlunun dedikleri doğru mu?" Adam şehrin en zengin kişisiydi ve birçok yönden babama zarar verebilirdi. O sırada içeri girdim. Babam "Ona ne söyledin?" deyince ben de "gerçeği mi istiyorsun?" dedim. Babam bir süre durakladı ve benim doğru söylediğimi itiraf etti. Doğru söylediğim için beni hiçbir zaman cezalandırmadı.
Aslında insan yaşlandıkça kurnazlığı artar. Bu durum uygarlıklar için de geçerli. Örneğin Amerikalılar diğer ülkelere göre daha dürüsttürler. Çünkü dünyanın en genç ulusudurlar. Sadace üç yüzyıllık bir tarih. Eski Hint geçmişiyle karşılaştırılamaz bile. En gerçekçi tarihçiler bile Hindistan'ın en azından on bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu söylüyor. Bu sürenin doksan bin yıl olduğunu ileri sürenler bile var. Doksan bin yıl nerede, üç yüz yıl nerede. Amerika henüz ufak bir çocuk gibi.
Bir Amerikalı kıza evlenmeden kaç kez bir erkekle beraber olduğunu sorsanız size yanıt verir. Fakat hiçbir Hintli kadın sizi yanıtlamaz. Bütün hayatı mahvolabilir. Böyle bir bilgiyi ancak Amerika'da toplarsınız Hindistan'da değil. Hintli azizler der ki "bizim ülkede hiçbir kız evlenmeden bekaretini kaybetmez." Bu gerçek değildir. Sadece insanlar gerçeği söylemiyorlar.
Bir Amerikalı kocaya evlilik dışı ilişkisi olup olmadığını sorabilirsiniz. Bir Hintli koca ise "Ne, evlilik dışı ilişki mi? Aklımın ucundan bile geçmedi" der.
Genç bir çift parkta oturmaya karar verirler. Bankta otururlarken kız erkeğe şöyle der "Çok açıklıkta oturuyoruz, şöyle daha kuytu bir yere gitsek nasıl olur?" ve ekler "Ama orada bana sarılmayacağına söz verir misin?" Adam evet manasında başını sallayınca "Peki orada beni öpmeyeceğine söz verir misin?" Adam yine "Evet" deyince kız bu sefer sinirlenerek "Peki o zaman orada ne işimiz var?" diye bağırır.
İşte bu hikaye ikiyüzlülüğün nasıl çalıştığını gösterir.
Adamın biri Cuma akşamı bir içki içmek için bara uğrar. Tam kapıyı açıp içeri girecekken karanlık bir yerden bir rahibe ona seslenir. "Oğlum çok geç olmadan dur. Burası şeytanın evi. Günah işlemekten vazgeç ve şeytan işi içkiyi unut."
Adam rahibeye kurnazca yanıt verir. "Daha önce denemediğin bir şey hakkında nasıl böyle konuşabilirsin? Hiç içtin mi?" Rahibe "Asla, ben bir rahibeyim" diye yanıtlar.
Adamın iknası sonucunda rahibe denemeye karar verir ve adama şöyle der "Bu giysiler içinde fark edilirim, en iyisi sen bana şu kupaya doldurup getir."
Adam bara girer ve barmene "Jim şu kaba en iyi içkinden doldur bakalım" der.
Barmen "Aman Tanrım yine mi o yaşlı rahibe" der.
İlk önce ikiyüzlülüğü açıkça görün. Onu gözlemleyin. Tüm inceliklerini, tüm mekanizmasını. Derinine inin. Böylece onun farkına varacaksınız. Başka bir şey yapmanıza gerek kalmayacak. Bir şey yaparsanız baskı yaratırsınız. Bir şeyler yapılmasını desteklemiyorum. Tüm çabam sizin olanlar hakkında uyanık olmanıza yardımcı olabilmek. Uyanıklığın mucizesi, yanlış olanı fark ederek onu durdurmak ve doğru olanı fark ederek onu parçanız haline getirmektir. Uyanıklık dünyadaki en simyasal fenomendir.
İkiyüzlülüğü kabullenmen iyidir. Bu iyi bir başlangıçtır. Tohum toprağa düştü. Bundan böyle daha fazla uyanık ol. Her hareketini, her düşünceni, her rüyanı izle. Sadece izle, bir şey yapmak için acele etme. Sadece izle, içinde neler olduğunu kaydet. Hayatı nasıl yaşıyorsun, izle. Yavaş bir şekilde değişimin kendi kendine gerçekleştiğini fark edeceksin. Değişimin gerçekleşmesi, onun kendi güzelliğinin sonucudur..

Yorumlar

  1. İki yüzlüyüm yapacak bişey yok bi onun yanına gittim bi bunun ama sonunda herkez beni anlayinca ve küsünce anladimki bunun bana bir yarari dokumiyicağini... arkadaşlar 2 yüzlü olarak ancak kendinize zarar verirsiniz

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dinamik Meditasyon

 Dinamik Meitasyon İlk aşama: 10 dakika Hızla burnundan nefes alıp verirken, bırak nefesin yoğun ve kaotik olsun. Nefes ciğerlere derinlemesine ulaşmalıdır. Derin nefes aldığından emin ol, mümkün olduğunca hızlı nefes alıp ver. Bedenini kasmadan, omuzların ve boynun gevşek olduğundan emin ol. Nefes alıp verme haline gelene kadar devam et. Bir kez enerjin harekete geçtiğinde, bedenini de harekete geçirmeye başlayacaktır. Bu bedensel devinimlerin oluşmasına izin ver, onları daha fazla enerji açığa çıkarmada yardımcı olarak kullan. Kollarını ve bedenini doğal bir şekilde hareket ettirmek enerjinin yükselmesine yardım edecektir. Enerjinin yükseldiğini hisset; ilk aşamada kendini salıverme ve hiç yavaşlama. İkinci aşama: 10 dakika Bedenine orada ne varsa dışa vurması için özgürlük tanı... PATLA! .... Bedeninin kontrolü ele geçirmesine izin ver. Dışarı atılmasına gerek olan her şeyi serbest bırak. Bütünüyle çıldır.... Şarkı söyle, çığlık at, ka...

Arayış

Hayat bir arayıştır, sürekli bir arayış, ümitsiz bir arayış; arayanın ne aradığını bilmediği bir arayış. Aramak için çok derin bir içgüdü var, ama insan ne aradığını bilmiyor. Ve öyle bir zihin durumu var ki, eline geçen şey ne olursa olsun, seni tatmin etmiyor. Hayal kırıklığı insanın kaderiymiş gibi görünüyor; çünkü ulaştığın şey, ona ulaştığın anda anlamsızlaşıyor. Yeniden aramaya başlıyorsun.   Bir şey elde etsen de etmesen de, arayış devam ediyor. Neyin var neyin yok, hiç önemli değil, çünkü arayış her durumda sürüyor. Fakirler arayışta, zenginler arayışta, hastalar arayışta, iyiler arayışta, güçlüler arayışta, güçsüzler arayışta, aptallar arayışta, bilgeler arayışta ve kimse tam olarak ne aradığını bilmiyor.   Bu arayışın ne olduğu ve neden orda olduğu anlaşılmalı. Öyle görünüyor ki, insanın varlığında, insanın zihninde bir boşluk var. İnsan bilincinin yapısında bir delik, bir kara delik var sanki. İçine sürekli bir şeyler atıyorsun ve hepsi kayboluyor. Sanki hiçbi...

Aşık olmak

Aşk bir ilişki değildir. Aşk bir varoluş durumudur ve bir başkasıyla hiçbir ilgisi yoktur. İnsan aşık olmaz, insan aşk olur. Ve tabii insan aşk olduğu zaman aşık da olur. Ama bu bir sonuçtur, bir yan üründür; kaynak değil. Kaynak, insanın aşk olmasıdır. Peki, kim aşk olabilir? Doğal olarak, eğer kim olduğunun farkında değilsen, aşk olamazsın. Korku olursun. Korku, aşkın tam karşıtıdır. Unutma, insanların düşündüğü gibi aşkın ve sevginin karşıtı nefret değildir. Nefret, amuda kalkmış aşktır, aşkın karşıtı değil. Aşkın gerçek karşıtı korkudur. İnsan sevgiyle büyür, korkuyla küçülür. İnsan, korkuda kapanır, sevgide açılır. İnsan, korkuda şüphe duyar, sevgide güvenir. İnsan korkuda yalnız kalır, sevgide ise kaybolur; o yüzden de yalnızlık gibi bir durum söz konusu olmaz. Eğer insan yoksa, nasıl yalnız olabilir? Çünkü sevgi varken bütün bu ağaçlar, kuşlar, bulutlar, güneş ve yıldızlar senin içindedir. Aşk, kendi içindeki gökyüzünün farkına vardığın zaman yaşanır. Küçük bir çocukta korku ...