Tasavvuf Yolu

KUMLARIN BİLGELİĞİ

Bugün Sufizm (Tasavvuf) dünyasına giriyoruz. Sufizm bir dünyadır, bir dünya görüşü değildir. Sufizm bir aşkın bilgelik halidir ama bir aşkın bilgelik felsefesi değildir. Sufizm teori anlatmaz, pratik ipuçları verir.
Sufizm spekülasyonlarda bulunmaz. Oldukça gerçekçi, pragmatik ve pratiktir. Ayakları yere basar, soyut değildir. Buna rağmen herhangi bir dünya görüşü yoktur. Ve bir sistem olmadığından dolayı da bilgiyi sistematize etmez.
Bir sistem, varoluşu tamamıyla açıklar. Sufizm bir sistem değildir; varoluş için bir açıklaması yoktur, varoluşun gizlerine giden bir yoldur. Hiçbir şeyi açıklamaz, yalnızca gizleri gösterir. Sizi gizemin içine yollar. Sufizm varoluşun sırrını çözmez. Tüm sistemler bunu yapar; tüm işleri gizemi ve harikaları yok ederek bilinmeyeni bilinir kılmaktır. Sufizm sizi bir harikadan diğerine götürür, harikalar diyarının derinliklerine.
Bir sistem değildir çünkü hiçbir şey hakkında hiçbir zaman tam bir açıklama vermez. Yalnızca çok, çok ufak ipuçları, içgörüler verir. Dönüp dolaşıp aynı yere gelmez, felsefe yapmaz; sürekli hikayeler, anekdotlar, mecazlar, deyişler ve şiirler ortaya koyar. Bir metafizik değil, mecazdır. Ay'ı işaret eden parmaktır. Parmağı analiz ederek ay'ı anlayamazsınız. Ama içtenlikle o yöne bakarsanız ay'ı görürsünüz. Parmak, ay değildir, parmak ay olamaz ama ay'ı gösterebilir.
Sufi hikayeleri felsefi değildir. İnce ipuçları ve fısıltılardır. Sufizm bağırmaz, hafifçe fısıldar. Doğal olarak, sadece içtenlikle dinleyecek olanlar -yalnızca içtenlik değil empati ile de- güvenle kalplerini açıp teslim olmaya hazır olanlar Sufizmin ne olduğunu anlayabilir. Yalnızca sevebilenler Sufizmin ne olduğunu anlayabilir. Mesajı nedir? Mantıklı bir analiz değildir; Zen kadar mantıksız da değildir. Sufizm mantıklı olmanın bir uç, mantıksız olmanınsa diğer bir uç olduğunu söyler. Sufizm ortalarda bir yerdedir, ne mantıklı ne de mantıksız. Sağa ya da sola yatmaz. Saçma değildir. Sokrates gibi mantıklı değildir ama Bodhidharma gibi de mantıksız değildir. Bodhidharma ve Sokrates'in farklı göründüklerini, ancak yaklaşımlarının aynı olduğunu söyler. Aslında Bodhidharma Sokrates'den daha mantıklıdır; zaten bu yüzden mantıksızlığa kayar. Eğer mantık çizgisini izlemeye devam ederseniz eninde sonunda mantığın bittiği yere gelirsiniz ama yolculuk devam eder. Bodhidharma, tüm yolu gitmiş ve mantığın bittiği ama hayatın devam ettiği sınır çizgisine gelmiş bir Sokrates'tir. Bodhidharma farklı görünür ama yaklaşımı Sokratesçidir; entelektüeldir. Zen, entelekte çok karşıdır ama entelekte karşı olmak entelektüel bir davranıştır. Zen, felsefe karşıtıdır ama felsefe karşıtı olduğunuzda felsefi olursunuz: sizin felsefeniz de budur. Sufizm uçları reddeder. Sufizm ortadakini seçer, tam ortadakini.
Zen'deki anahtar kelime 'dikkat'tir. Sufizmdeki anahtar kelime ise 'yürek'tir. Bunu unutmayın -bu farkın nerede olduğunu açıklığa kavuşturacak. Zen, zihne karşıdır ama zihnin ötesine zihinle geçer. Sufizm zihne karşı değildir. Sufizm zihne tamamıyla kayıtsızdır. Sufizm yüreğe yoğunlaşmıştır; kısacası zihni umursamaz. Yüreğe inanır. Evet, Sufi'de de bir aydınlanma olur. Eğer Zen'deki aydınlanmaya satori, zihin-uyanıklığı dersek, Sufi'deki aydınlanmaya da 'yürek-uyanıklığı' denilebilir. Sufi'nin yolu aşığın yoludur. Zen yolu savaşçının, samurayın yoludur. İşte bu yaklaşımdaki temel farklılıktan dolayı...
İkisi de hikayeler kullanır. Zen de, Sufizm de hikayeler kullanır ama hikayelerin değişik bir tadı, değişik bir havası vardır. Zen hikayesi saçmadır -bir bilmecedir, ve de çözülemeyen bir bilmece. Deneyebilirsiniz ancak hiçbir zaman çözemezsiniz. Bu çözülemezlik bilmecenin doğasında vardır; Zen hikayelerinin özüdür bu. Saçma olmak zorundadır çünkü zihninizi ortadan kaldırmaya yarayan, zihne şok veren bir araçtır. Zihninizi öldürecek bir kılıçtır. Neredeyse çıldıracak duruma gelirsiniz, çünkü bir çözüm yok gibi görünür ve üzerinde düşünmeye devam etmek durumundasınızdır. Bir meditasyon aracıdır. Zihin bir sürü çözüm önerir ama Usta hiçbirini kabul etmez. Öğrenci gece gündüz yeni çözümlerle gelir ama usta bağırmaya devam eder, "Bu saçma! Git ve aramaya devam et!" Bazen aylar, hatta yıllar geçer ve sonra öğrenci bir çözüm olmadığını anlar. Ve unutmayın eğer bir çözüm olmadığını düşünürseniz olayı anlayamamışsınız demektir. Bir çözüm olmadığını anladığınız bir farkındalığa gelmeniz gerekir. Bu çözümsüzlük, sonuçsuzluk durumunda bir aşma olur, bir sıçrayış, bir quantum sıçrayış -zihnin ötesine zihinle geçtiniz. Zen hikayeleri zihindeki düğümü kesmeye yarar.
Sufi hikayesi bir bilmece değildir, bir meseldir. Bir şoktur, bir kılıç değildir; ikna edicidir, baştan çıkarıcıdır. Aşığın, gönül vermişin yoludur. Çok duyarlı, yumuşak ve dişildir. Zen çok erildir, Sufizm ise dişildir. Zen hikayesi sizi çıldırtır: zihinde çıldırtıcı bir durum yaratarak zihni aşmanızı sağlar. Sizi çıldırtır! Sufi hikayesi yavaş yavaş sarhoş eder, yavaştır ama kaçınılmazdır.
Sufi hikayesinin bir şiirselliği, bir ritmi vardır. Sufi hikayesinin üzerinde düşünülmez, özümsenir. Zen hikayesinin üzerinde düşünmek gerekir. Sindirilmelidir, çay gibi yudumlanmalıdır, rahat bir şekilde tadı çıkarılmalıdır. Zen hikayesi çok yoğun, gergin bir zihinle araştırılmalıdır. Tüm enerjinizi hikayeye vermeniz gerekir. Tüm dünyayı unutmanız gerekir; geriye yalnızca o ufak saçma hikaye kalır. Çözülemeyeceğini bilirsiniz ama tüm enerjinizi vermeniz gerekir. Ve her zaman bunun saçma olduğunu ve bir yere götürmeyeceğini bilirsiniz ama  Usta, "Yoğunlaş! Uyanık ol! Dikkat et!" der.
Sufi hikayesi tam bir hikaye gibi dinlenilmelidir. Sufiler çok iyi hikaye anlatırlar. Sıcak ve samimi bir ortamda oturup çay veya kahve yudumlarlar. Hikaye başlayacaktır ve hikayeyi Usta anlatacaktır. Yalnızca ipuçları verir, ama çok yoğun ve etkilidir. Öğrencinin yapacağı tek şey katılımcı olarak değil de samimi, açık kalpli ve rahat bir şekilde dinlemektir. Hikayenin tadı çıkarılmalıdır. Eğer hikayenin tadını çıkarırsanız size sırlarını açar.
Hikayeye başlamadan önce birkaç şey daha: Sufizmin bir dünya görüşü olmadığını söylemiştim. Sufizm bir dünya görüşü değil, görmektir. Dünya görüşü olduğunuz yerde sayıyorsunuz demektir; bir felsefeye, gerçekle ilgili belli açıklamalara inanırsınız. Aynı kalırsınız, değişmezsiniz. Dünya görüşü sizi biraz bilgilendirir -daha bilgili olursunuz.
Görmek ise sizi dönüştürür. Ancak dönüştüğünüzde, yaşamın başka yüksekliklerini ve derinliklerini deneyimlediğinizde, görebilirsiniz.
Sufizm bir görüdür. Aslında 'Sufizm' demek doğru değildir çünkü bir 'izm' değildir. Sufiler 'Sufizm' demez; bu başkalarının verdiği bir addır. Onlar tasavvuf derler, bu bir aşk görüşüdür, gerçeğe aşk ile yaklaşmaktır. Varoluş hakkında düşünen kişi biraz muhaliftir çünkü varoluşu bir sorun sanır -sanki varoluş ona meydan okuyordur ve o da buna karşılık veriyordur, sırrı çözmelidir, gizemi yok etmelidir. Savaşır.
Sufi der ki: Biz ve varoluş biriz. Varoluşla kavgaya lüzum yok. Gönlünü al, birleş, davet et, sev, arkadaş ol ve varoluş sırlarını kendisi açacaktır. Tecavüz etmeye gerek yok. Felsefi, bilimsel ve entelektüel yaklaşım bir tecavüzdür! Varoluşu yüreğini açmaya zorlamaktır. Varoluşu güç ve şiddet kullanarak soymaktır. Şiddet, bilim veya mantık yöntemleriyle gösterilebilir -farketmez- ama şiddet ortadadır. Filozof, varoluşun sırlarını açmaya hazır olmadığı görüşündedir; zorlanmalıdır. Bu şiddet dolu bir yaklaşımdır.
Sufizm buna gerek yok, varoluş yakınlaşmanızı ve sırlarını açmayı bekliyor, der. Varoluş ona aşık olmanızı bekliyor. Varoluşa derinden aşık olmaya başlarsanız açmaya, sırlarını açıklamaya başlar. Yakınlaşmanızı uzun süredir bekliyordu. Zorlamaya, tecavüze gerek yok! Aşık olabilirsiniz.
Dünya görüşüne sahip bir insanın saldırgan bir tavrı vardır. Görenler ise aşıktır.
Sufizmin bir sistem olmadığını söylemiştim çünkü tüm sistemler sınırlama getirir. Çevrenizde birer hapishane oluşturur. Sufizm özgürlüktür. Çevrenizde bir sistem oluşturmaz. Belli bir sisteme inanmanızı söylemez. İnançtan değil, güvenmekten bahseder.
Güven, tamamıyla farklı bir şeydir. İnanmak, bir teoriye, bir felsefeye, bir dünya görüşüne inanmaktır: İslam'a inanırsınız, Hinduizm'e inanırsınız, Hıristiyanlığa inanırsınız. Ama güvendiğinizde yaşama güvenirsiniz. Yaşama inanılmaz, yaşama güvenilir; inanılan şey felsefelerdir. İnanç, güvenmenin kötü bir kopyasıdır. Unutmayın, inanmak zihindedir, güven ise yürekten gelir. Farklı nitelikleri vardır, tamamıyla farklı ve zıt. Hiçbir zaman bir inanç sisteminin parçası olmayın: hiçbir zaman bir Hindu, bir İslamcı, bir Cayn ya da bir Budist olmayın. Bir inanç sisteminin parçası olduğunuzda köleleşirsiniz.
İnancın zorlanmadığı, güven dolu bir yer var ise orayı bulun. Özgürlüğe doğru ilerleyebileceğiniz doğru yer orasıdır. Başka bir ilerleme yoktur -tek ilerleme, özgürlüğe doğru ilerlemedir.
Sufizmin bir felsefe olmadığını söylemiştim, ama felsefe karşıtı da değildir. Yalnızca felsefeyi ve felsefe karşıtı olmayı umursamaz. Es geçer, kayıtsızdır. Der ki: Gerçek varken ne diye kelimelerle uğraşayım? Suyu içmek varken ne diye suyla ilgili teorilere kafa patlatayım? Güneşe çıkıp güneş ışınlarıyla dans etmek varken ne diye teorilerle boğuşayım? Otantik bir şey yaşamamak niye? Felsefe dönüp durur; hep bir şeyler hakkındadır. Hiçbir zaman gerçeğin özüne dokunmaz. Gerçek hakkında düşünür ama gerçek hakkında düşünmek gerçeği yalancı çıkarmaya çalışmaktır. Gerçek düşünülmesi değil karşılaşılması gereken bir şeydir. Gerçek inanılmamalı, yaşanmalıdır. Gerçek bir sonuç değildir, bir kıyaslama süreci ile gerçeğe ulaşmazsınız. Gerçek oradadır! Gerçek sizsiniz, ağaçlardır gerçek, kuşlardır gerçek, güneştir, aydır. Gerçek her yerde ve siz gözlerinizi kapıyorsunuz ve gerçeği düşünüyorsunuz? Düşünce yoldan çıkarır.
Düşünmeye gerek yok. Yaşayın onu! Gerçeği yalnızca yaşayarak bilebilirsiniz.
Sufizm bir düşünce yolu değil, bir yaşam yoludur, bir yaşama yolu; bir yaşam felsefesi değil bir yaşam yoludur.
Sufizm spekülasyon yapmaz demiştim. Spekülasyon yapmak bilmediğiniz şeyler hakkında konuşmaktır. Bu aptalcadır. Spekülasyon, kör bir adamın ışık hakkında konuşması, sağır bir adamın müziği düşünmesidir. Tanrıyı düşündüğünüzde ışık hakkında konuşan kör adamdan farklı olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Tanrıyı görmediniz, ilahi bir şeyler tatmadınız ama düşünmeye devam ediyorsunuz. Ne yapacaksınız? Evet zihin çok akıllıdır ve dönüp dolaşıp güzel sistemler oluşturabilir ama bu sistemler alakasızdır. İyi ya da kötü, mantıklı ya da mantıksız -alakasızdırlar. Gerçekle alakaları yoktur, gerçekte yapılanmamışlardır, zihin oyunlarıdırlar.
Sufizm bir zihin oyunu değildir; zaten bu yüzden pratiktir, tamamıyla pratik. Bir Sufi'ye Tanrı hakkında soru sorarsanız güler ve Tanrı ile ilgisi olmayan bir şarkı söylemeye başlar veya içinde Tanrı'nın hiç geçmediği bir hikaye anlatır veya soruyla tamamıyla ilgisiz bir şeyler söyler. Kısaca diyor ki: "Aptal olma. Pratik olalım." Siz Tanrı hakkında soru sorarsınız o, Tanrı'dan değil duadan konuşur. Gerçek Sufi Tanrıyı bir nesne olarak görmeyecektir. Dua hakkında konuşacaktır; dua pratiktir. Cennet hakkında sorduğunuzda mutsuzluğunuzdan ve buna nasıl bir son verebileceğinizden bahseder -pratiklik budur. Çünkü cennet başka bir yerde değildir, mutsuzluğunuza neden olan şeyleri bıraktığınızda cennettesinizdir, daha doğru söylemek gerekirse cennetsinizdir.
Sufiler her zaman teknikler ve yöntemler hakkında konuşur. 'Ne'ler hakkında değil, 'nasıl'lar hakkında konuşurlar. Bu açıdan bir bilim adamı kadar bilimseldirler. Sufizm, dinin nasıl olması gerektiği hakkında bir ipucudur. Tanrı hakkında konuşmak yersizdir; seni Tanrıya götürecek merdiveni inşaa et. Cennet hakkında konuşmak tamamıyla zaman kaybıdır; yöntemler ver ki cennet varlığınızın içinde araştırılabilsin. Bu içsel bir fenomendir, bu sizin iç aleminizdir. Cehennem de öyle.
Sufizm bir din bile değildir. Daha çok dindarlıktır. Kilisesi veya kitabı -İncil'i, Kuran'ı, Veda'sı veya Dhammapada'sı yoktur. Bir kitabı, kutsal bir kitabı yoktur. Kilisesi yoktur. Sufizm çok esnek bir dindarlıktır. Herkes bir Sufi olabilir -bir Hindu, bir Hıristiyan, bir Müslüman- herkes. Her yerde bir Sufi olunabilir. Dindarlığa pratik bir yaklaşımdır.
İnsanlar, "Bir dine nasıl ait olunur?" diye düşünür. Sufizm der ki: "Bu aptalcadır. Anlamlı tek soru şu olabilir: Nasıl dindar olunur, kişinin enerjisi dindar olmak için nasıl dönüştürülebilir? Eğer bir dine ait olmaya başlarsanız yalnızca bir etiketiniz olur ama dindar olmazsınız ve öteki dünyanız da bu dünyanın bir yansıması olur."
Öteki dünyayla ilgilenen insanları gidip görebilirsiniz ve yakından bakıp incelerseniz şaşırırsınız: öteki dünyalılık bu dünyalılığın bir yansımasıdır. Cennetten de aynı hazları umuyorlar, tabii ki daha kalıcı şekilde -daha yoğun, daha canlı- ama aynı. Cehennemde de aynı acı ve hüsrandan korkuyorlar, daha kalıcı ve yoğun bir biçimde. Fark derecededir. Cehennemdeki alev de buradaki alevin aynısı olacak ama biraz daha sıcak. Ya cennette? Yine aynı yiyecekler olacak -daha lezzetli, daha besleyici. Fark niceliktedir; ve asıl fark niceliktedir. Fark, nicelikten niteliğe geçtiğinizde ortaya çıkar. Yaşamınızın niteliğini değiştirmeye başlamaktır dindarlık.
Gerçekten dindar bir insan bir Hindu, Müslüman veya Hıristiyan olamaz. O yalnızca dindardır. İsa dindardır, Hıristiyan değildir; bence o bir Sufi'dir. Buda Budist değil, dindardır; bence o bir Sufi'dir. Sufi, dinin temellerine bakıp gereksiz şeyleri elemiş kişidir.
Sizi Sufizm denen kutsanmaya davet ediyorum, ama yalnızca samimi iseniz girebilirsiniz. Aşk ile dinleyin; tartışmak işe yaramaz. Sufizm sizi ikna etmek için çabalamaz. Hazır olanlarla paylaşmak için kendini sunar. Herkese ve bazılarına açık bir davettir, ama yalnızca tartışmacı olmayacak kadar cesaretli olanlar Sufizm dünyasına girebilecekler. Temel samimiyet olmalıdır, katılım temel olmalıdır. Unutmayın, tartışma korkakçadır. Tüm korkaklar tartışır, ve tüm korkaklar tartışabilir. Yalnızca cesaretli olanlar bilinmeyenin içine atlayabilir. Tabii ki bilinmeyen hakkında tartışılamaz; zaten bu yüzden bilinmeyendir. Bilineni tartışabilir, düşünerek bilinen hakkında çıkarımlara varabilirsiniz ama bilinmeyene nasıl geçeceksiniz? Düşünmek yalnızca bilinen ve deneyimlenmiş olan eskiyi verebilir. Hiç bilinmeyen ve deneyimlenmemiş bir şeyi veremez düşünme. Eğer düşünmeyi bir takıntı haline getirirseniz olduğunuz yerde sayarsınız. Bilinmeyen geçmişten gelmez, bilinmeyen gelecekten girer. Bilinmeyen hafızadan kaynaklanmaz -öyle olsaydı bilinmeyen olmazdı. Bilinmeyen hafızanıza nüfuz eder ama hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir kaynaktan, bilinmeyen bir kaynaktan gelir. Anıları bırakın: samimi bir şekilde dinleyin derken bunu kastediyorum, havaya girin. Burada felsefi bir tartışma konusu sunmuyorum. Yalnızca bir hikaye anlatacağım. Hikaye tartışılmaz. Hikaye bir çocuk gibi dinlenir. Ayrımların, inceliklerin tadını çıkarırsınız. Hikayenin ruhuna girmeye başlarsınız, ne anlatmak istediğine -ve anlatacak çok şeyi vardır. Empatiniz ne kadar çok artarsa hikaye de o kadar kendini size açmaya başlar. Güvenin...
Bırakın Sufizme karşı yaklaşımınız güven olsun. Sufizm yalnızca güvenenlere açıktır. Ve yine unutmayın ki yalnızca cesaretli olanlar güvenebilir. Korkaklar bilinmeyenden kaçar.
Şimdi hikayeye geçelim...en güzellerinden biri.
Bir ırmak, çok uzak dağlardaki kaynağından çıkıp çeşitli kırları ve vadileri dolaşarak sonunda çölün kumlarına ulaştı.
Her kelime bir potansiyeldir ve her bir kelimenin ruhuna girmeniz gerekir.
Bir ırmak...
Irmak, yaşam için kullanılan bir mecazdır -sizin yaşamınız için, benim yaşamım için, herkesin yaşamı için. Bir tesadüf eseri aniden buraya gelmediniz. Hep buradaydınız. Irmağınız, uzaklarda tamamıyla unuttuğunuz dağlardan, artık hakkında bir fikrinizin olmadığı bir kaynaktan hep akıyordu.
Çeşitli kırları ve vadileri dolaştınız: kaya oldunuz, ağaç oldunuz, kuş oldunuz, her şey oldunuz! Her türlü deneyimi yaşadınız. Birçok yerden geçtiniz. Tüm çeşitliliklerden, tüm olanaklardan geçtiniz -yaşam sizi bu şekilde zenginleştirir.
Ama siz unutmaya devam ediyorsunuz. Çok fazladır, anımsanmaz. Günlük kaygılar çok fazladır; bilincinizin büyük bir kısmını ele geçirdiği için hatırlayamazsınız. Deneyimlerinizin büyük bir kısmını unutmanız gerekir çünkü dikkatiniz çok kısıtlı ve bu dikkat ile fazla bir şey anımsamaz. Her gün yaşadıklarınızın yüzde doksan dokuzunu unutmak durumundasınız; geri kalan yüzde bir saklanır. Birkaç gün sonra bu yüzde bir bile tamamıyla saklanamaz, bir kısmı unutulur. Birkaç yıl sonra tümü unutulur, yalnızca hafif bir koku kalır.
Eğer farkındalığınız artarsa daha fazla anımsayabilirsiniz. Buda, zihin günlük kaygılarla boğulmamışsa geçmiş yaşamların anımsanabileceğini söylemiş -bu doğrudur. Günlük işlerden boğulmazsanız geçmiş gün ışığına çıkmaya başlar. Buda, geçmiş yaşamlarını anımsadı ve onlardan bahsetti -fil olduğu, ağaç olduğu yaşamlarını ve daha nicesini. Ve bunlar sizin de yaşamlarınız.
Buraya bir anda gelmediniz, bir sürekliliğiniz var. Bilinç bir ırmaktır.
Batıda bu kelimeleri ilk kez William James kullandı: 'Bilinç Irmağı'. Bir Sufi kaynağından duymuş olmalı, başka şekilde olamaz -çünkü Sufiler hep bilinç ırmağı, yaşam ırmağı hakkında konuşurlar. Devam eden, akan bir fenomendir bu; bir harekettir, durağan değildir. Buradayken bile durağan değilsiniz. Her an bir şeyler değişiyor: beden bir akıştır, varlığınız bir akıştır. Birbirini takip eden iki dakika içinde bile aynı değilsiniz. Sabah çok mutluydunuz, güven dolu, öğleden sonra şüphe ve güvensizlikle doldunuz ve akşamleyin herkes kuşkucu, aşağılayıcı ve alaycıdır. Sabahın erken vakitlerinde herkes şükran dolu ve masumdur. Gün ilerledikçe, oradan buradan etkilendikçe, itilip kakıldıkça masumiyetinizi kaybetmeye başlarsınız.
Sürekli değişiyorsunuz...bir hareket. Eğer aynı kalmaya çalışırsanız hüsran yaratırsınız, çünkü o zaman yaşamın doğasına karşı gelirsiniz. Mesaj akmaktır, bırakmak. Mesaj akıntıya karşı yüzmemektir. Mesaj akıntıyla birlikte gitmektir; budur yaşam. Ve korkmayın çünkü bu ırmak yüzyıllardır akıyor -korkmaya gerek yok- ve gelecekte de akmaya devam edecek. Bir ebediyetten diğer ebediyete akarak devam eder.
Siz evrenin bir parçasısınız. Yok olmayacaksınız. Gözden kaybolsanız bile yok olmazsınız; öz yok olmaz. Yalnızca gerçek olmayanlar kaybolmaya devam eder, ama siz özde gerçeksiniz.
Bir ırmak, çok uzak dağlardaki kaynağından çıkıp çeşitli kırları ve vadileri dolaşarak sonunda çölün kumlarına ulaştı.
Bununla ilgili iki şey daha...
Kaynak dağlardadır, yükseklerdedir. İşte bu yüzden dünyadaki tüm dinler insanın Tanrı'dan düştüğünü söyler. Kaynak, dağlarda yüksekliklerdedir. İnsan yükseklerden düşmüştür. İşte bu yüzden Hıristiyanlık Darwin'in evrim teorisine çok karşıydı -bu fikir tüm dinlere karşıdır.
Evrim teorisi insanın gelişip evrimleştiğini, dağlardan değil vadilerden geldiğini söyler. Ve tüm dinler de bunun tam aksini söyler: İnsanın düştüğünü söylerler, Tanrı'dan geldiğini. Burada anlaşılması gereken bir şey vardır: ancak ve ancak Tanrı'dan gelirseniz Tanrı'ya gidebilirsiniz, başka türlü olmaz -çünkü kaynak her zaman için hedeftir. Çember tamamlanır ve başladığınız yere ulaşırsınız.
Darwin çok garip bir felsefe oluşturdu, sürekli evrimleşilen düz bir ilerleme -peki bu evrim nerede bitecek? Düz bir çizgidir bu, gider de gider. Karanlık vadilerde bir yerde başlar. Nerede bitecek? Hiçbir yerde bitemez. Sürekli devam eden bir çizgidir. Düzdür -hiçbir zaman tamamlanmaz, hep tatminsiz olacaktır, hiçbir zaman doyuma ulaşmaz.
Dinler tamamıyla farklı bir hikaye anlatır. İnsanın Tanrı'dan geldiğini ve sonunda da O'na döneceğini söylerler. Bu bir çemberdir, bir tamamlanmadır ve doyum tamamlanmada vardır.
Bir ırmak, çok uzak dağlardaki kaynağından çıkıp çeşitli kırları ve vadileri dolaşarak sonunda çölün kumlarına ulaştı.
Sonunda!
Her bilinç, Sufi'nin 'çöl' dediği cul-de-sac* noktasına ulaşır. Çöl, yok olduğunuzu hissetmeye başladığınız noktadır. Öldüğünüzü hissetmeye başladığınız noktadır çöl. Çöl, tamamıyla ümitsiz, anlamsız hissettiğiniz andır. İntihar etmeyi, başa çıkamayacağınızı düşündüğünüz andır -ne yapılması veya yapılmaması gerektiğini bilmediğiniz, olmanın ya da olmamanın fark etmediği andır. Her bilinç, bir gün çöl ile karşılaşır, çünkü çölü geçmezseniz gerçekten olgunlaşamazsınız. Bu her ruhun eğitiminin bir parçasıdır. Aslında dini düşünmeye çöl ile karşılaştığınızda başlarsınız. Her şey yolunda giderken dini kim takar? Kim tefekküre dalar? Kim meditasyon yapar? Kim dua eder? Her şey yolunda gitmediğinde bende bir şeyler mi var diye düşünmeye başlarsınız.
Bu çok garip bir fenomendir -insan ihtiyacı olan her şeye sahip olduğunda çöl ile karşılaşır. Refah toplumu çöl ile yüzleşir. Fakir toplum halen çölden uzaktır. Zenginlik çölü yakınlaştırır, çünkü arzuladığınız her şeye sahipsiniz: istediğiniz kadına, eve, paraya, prestije ve güce sahipsiniz. Her zaman hayalini kurduğunuz şeylere sahipsiniz, artık hayalini kuracak bir şey yoktur: çöl gelmiştir. Aniden bir çeşit uykusuzluk hissedersiniz. Uyuyamazsınız, çöl her yerdedir.
* Çıkmaz sokak. Daha fazla ilerlemenin mümkün olmadığı nokta. (Ç.N.)
Bu çölü nasıl aşmalı -anlamsızlık, hüsran ve saçmalık çölünü?
Irmak, diğer engelleri aştığı gibi bunu da aşmaya çalıştı...
Doğal olarak. Hep geçmişimize göre tepki veririz. Bu her zaman işe yaramıştır ve bunun her durumda işe yarayacağını düşünürüz. Ama bir gün öyle bir şey olur ki geçmişiniz hiçbir işe yaramaz. Bu gerçek bir krizdir...ve iyi de bir fırsattır. Çinlilerin kriz anlamına gelen kelimeleri, -onların kelimeleri değil resimleri vardır-Çinlilerin krizi anlatan ideogramları çok güzeldir. İki resim, ideogramdan oluşur. Kriz hem bir tehlike hem de bir fırsattır; size bağlıdır. Eğer geçmişe göre hareket etmeye devam ederseniz intihar ediyor olursunuz. Tehlikelidir. Eğer problemin yeni olduğunu ve çözümün de yeni olması gerektiğini görecek kadar zeki iseniz -eski çözümler işe yaramaz- bunu görecek kadar zeki iseniz o zaman bir fırsattır bu. Çölü aştığınızda büyük bir olgunluğa ve bütünlüğe erişeceksiniz. Ve unutmayın bu her zaman böyle olur.
Geçen akşam çok güzel bir kadın sanyasin oldu. Korkuyordu. Çok bilinen bir korkuydu: evlilik sözünü tutamamaktan korkuyordu bu yüzden sanyas sözünü tutamamaktan korkuyordu. Ama evlilik evliliktir; sanyas bir evlilik değildir. Evlilik bir engeldir, sanyas özgürlüktür. Evlilik bir bağdır -bir kuraldır. Sanyas kurtuluştur -aşktır. Bunun derinlerine işlemiş olduğunu görebiliyordunuz. Sanyasin olmak istedi -samimi bir kadındı- ama sözünde durup duramayacağını bilmiyordu, çünkü daha önce sözünü tutamamıştı. Kocasına verdiği sözü tutamamıştı.
Her zaman geçmişe göre düşünürüz. Herkes bu şekilde karşılık verir. Karşılığın anlamı budur. Karşılık ile tepkinin arasındaki fark budur. Tepkide olayı o kadar masum bir gözle görürsünüz ki geçmişe göre değerlendiremezsiniz; bunu görüp olaya tepki verirsiniz. Duruma göre hareket eder, geçmişi düşünmezsiniz. Geçmişe göre düşünürseniz ve geçmişi şu ana taşırsanız gelişme fırsatını ortadan kaldırırsınız, eski paslanmış kalıplarınızla hareket etmeye devam edersiniz. Olan budur.
Hıristiyan oldunuz, Hindu oldunuz şimdi de sanyasin olmaya korkuyorsunuz. Bunun da başka bir kilise olduğunu düşünüyorsunuz. Hayır! Bunun da yine bir organizasyon olduğunu düşünüyorsunuz. Hayır! Yine bir inanç sisteminin parçası olacağınızı düşünüyorsunuz. Hayır! Tamamıyla yeni bir şeyle karşılaşıyorsunuz ama doğal olarak geçmişe göre davranıyorsunuz. "Daha önce Hıristiyandım. Eee şimdi sanyasin olacam da ne olacak?" diye düşünürsünüz.
Bu her gün olur. Bir Budist keşiş geldi ve "Keşişliğe doydum bu yüzden de sanyasin olmak istemiyorum" dedi. "Ama bu keşiş olmak değil. Benim sanyasinlerim keşiş değildir!" dedim.
'Keşiş', kimsesiz yaşayan, yalnız olan demektir. 'Manastır' (monastery) da keşişten (monk) gelir -dünyayı terk edip yalnız yaşayan kişi. 'Monopol' ve 'monogami' de aynı kelimeden gelir. Hepsi aynı şeyi anlatır -bir karıya bir koca, monogami. 'Monopol' de bir kişinin tüm gücü elinde tutmasıdır.
Benim sanyasinlerim keşiş değildir. Benim sanyasinlerim rahibe değiller. Ben insanları yok etmem. Rahibelik bir kadının harabesidir. Keşiş bir erkeğin karikatürüdür. Ben onları insanlıklarını, yaşamlarını ve sevgilerini zenginleştiriyorum. Ama Budist veya Katolik bir keşiş geldiğinde doğal olarak bir anlam veremez.
Birkaç gün önce Katolik bir rahip vardı burada. Katolik bir manastırda on iki, on üç sene yaşadıktan sonra bir şekilde kaçmış. Şimdi ise korkuyordu. "Şimdi çok korkuyorum! Senden korkuyorum Osho çünkü o kadar çekiyorsun ki insanı sanyasin olabileceğimden korkuyorum. Ve daha yeni kurtulduğum için başka bir sisteme girmek istemiyorum." dedi.
Doğaldır, anlaşılabilir ancak doğal olan doğru olmak durumunda değildir. Yepyeni bir şey ile karşılaştığınız anlar vardır, daha önce karşılaşmadığınız bir şeyle, ama gözleriniz geçmişle kapalıdır. Yeniyi, eski ve paslanmış bir şekilde yorumlarlar.
Diğer engelleri aştığı gibi....
Dağları, platoları, vadileri aştı. Irmak birçok şeyi aştı. Yüksek dağlardan, bilinmeyen bir kaynaktan gelerek, uzun yollar katetti; uzun bir hacdaydı. Sert kayaları aşmak için birçok deneyim yaşadı; her zaman başardı. Ama tüm bu deneyimler şimdi bir engel oluşturacak.
Irmak bunu da aşmayı denedi -çölü- ama devam ettiğinde suyunun yok olduğunu gördü.
Bu yeni bir durumdur. Zeka, yeni bir şeyle karşılaşıldığında eski bir şey denenmeyeceği gerçeğini bilmektir. Durum yeni ise, yeni olun! Yaratıcı olun! Geçmişi bırakın! Yenilenin! Bırakın bilinciniz yeniye tepki versin. Yanlış yapmaktan korkmayın çünkü yeni bir durumda bağışlanamayacak tek hata eskiden işe yaramamış bir şeyi tekrarlamaktır -bağışlanamayacak tek hata! Diğerleri hata değildir; insanız ve hatalarla öğreniriz.
Bir şekilde inanmıştı bu çölü aşması gerektiğine, ama hiçbir yolu yoktu.
Sufiler 'inanç' kelimesini çok garip bir şekilde kullanırlar.
"İnançlı bir Hıristiyanım" veya "İnançlı bir Hinduyum" dersiniz -ama Sufi'nin anladığı bu değildir. Sufiler inancın dışarıdan değil, derinlerden geldiğini söylerler. Örneğin herkes mutluluğu arar -işte bu inanmaktır. Doğaldır. Kimse size mutluluğu aramanızı söylemedi, doğanızda vardır bu; herkes onu arıyor. Kimse size mutluluğun olası olduğunu söylemedi. Aslında birçok filozof mutluluğun olası olmadığını söyler. Freud mutluluğun olası olmadığını söyler. Nietzsche mutluluğun imkansız olduğunu söyler -hiç olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak. Nesnelerin doğasından ötürü olmaz; imkansızdır. Ama kim takar Freud'u ve Nietzsche'yi? İnsanlar aramaya devam ediyor. Nietzsche ve Freud bile aramaya devam etmiş. Felsefi anlarında mutluluğun olası olmadığını düşünüyordu. Ama bir psikoanalist değil de bir insan olduğu, psikoanalizin kurucusu değil de bir insanoğlu -bir baba, bir koca, bir sevgili, bir arkadaş-olduğu anlar da vardı. Sonra olası olmadığını bilmesine rağmen mutluluğu aramaya başladı. Ama bunu bilmesi yüzeyseldir.
İnanmak doğanızda vardır. Ağaca yuva yapan bir kuş bilmediği bir şey tarafından yuva yapmaya inandırılmıştır. Daha önce hiç yuva yapmamasına rağmen -bu ilktir- ve yuva yapmayı öğrenmek için bir okula da gitmemiştir daha önce. Kimse anlatmamıştır, kimse öğretmemiştir ve aniden bir inanç doğar. Kuş hamile kaldığında yuva yapılması için bilinmeyen derinliklerden bir inanç gelir -kafadan gelmez bu, varlığının özünden gelir. Harekete geçer, gerekli şeyleri toparlar. Binlerce şey toparlanmalıdır ki çocuklar geldiğinde yuva hazır olsun. Yavruları hakkında herhangi bir fikri yoktur, nasıl yavrular olacağı, nasıl bir yuva olacağı, ama olur. İşte Sufilerin inancı böyledir.
Sufiler kelimeleri kendilerine göre kullanırlar. Dili evirip çevirirler ve kendi görüşlerine uydururlar. Ve bence onlar 'inanç' kelimesini olması gerektiği gibi kullanıyorlar.
Bir şekilde inanmıştı, ....
...Tüm bilgilere, tüm deneyimlere rağmen. Irmak çölde kaybolduğunu görüyordu ama kaderinin bu çölü aşmak olduğuna dair bir inanç vardı.
Böyle bir inanç sizde de yok mu? Siz de bir şekilde inanmadınız mı? Varlığınızın derinliklerinde bir yerde bu dünyaya ait olmadığınıza dair bir inanç yok mu? Yuvanızı bulmanız gerektiğine dair, burada yabancı olduğunuza, yaşadığınız aşkın yüzeysel olduğuna -kaderinizin daha fazla bir şey olduğuna dair-, yaşadığınız hayatın istediğiniz hayat olmadığına dair bir inanç yok mu? İnanç vardır; ama arayış ve macera -kişi oraya buraya bakmaya, bu ya da o yöne gitmeye- devam eder. Kaderinizin doyuma ulaşması için bir yol olmalıdır.
Burasının sizin eviniz olmadığını kim söyledi ki? Yaşamda daha fazlası olduğunu kim söyledi? Ölümün ötesinde bir yaşamın olduğunu kim söyledi? Kimse ölümden dönmedi, kimse "kurtuldum" demedi. Hiçbir Buda, hiçbir Mahavira, hiçbir Krişna ölümden dönmedi, ama buna rağmen halen yaşamaya devam edeceğinize dair derin, sarsılmaz bir inanç var. Bu beden gidecek, bu yaşam gidecek ama hayat devam edecek, büyük 'H' li hayat.
Bir şekilde inanmıştı bu çölü aşması gerektiğine ama hiçbir yolu yoktu.
Çölden gelen gizli bir ses o anda fısıldadı, "Irmak da rüzgar gibi çölü aşabilir."
Şimdi hikayeyi içtenlikle inceleyin. Çok büyük bir mesaj veriyor.
'Çölden gelen bir ses fısıldadı' diyor. Bu ne anlama geliyor? Ne demek istiyor? Eğer yüz yüze geldiğiniz sorunu dinlerseniz, geçirdiğiniz krizi, krize kulak verirseniz, kapıyı açacak anahtarı bulacaksınız. Çözüm problemin içindedir: mesaj budur. Derman -şifa- derdin içindedir. Probleme, önyargılı cevaplar olmadan derinlemesine girerseniz, problemin kendisi size fısıldayacak, çözümün ne olduğunu anlatacak.
Çöl ırmağın krizidir, ırmak çölde ölüyor. Ama bak! -çöl bile arkadaşındır. Yalnızca dinlemen gerek.
Kızgınsan kızgınlığını dinle ve böylece şefkate açılan kapının anahtarını bulacaksın. Cinsellik baştan çıkardığında cinselliğini dinle ve samadhi'ye açılan kapıyı bulacaksın. Açgözlülüğünü dinle ve açgözlülüğünün içinde paylaşma sırrının saklı olduğunu göreceksin.
Farkında olma sanatı budur. Gerçek meditasyon budur: bir sorunla karşılaştığınızda soruna derinlemesine dalın -ancak halihazırda bir çözümünüz yoksa dalabilirsiniz. Böyle çözümler düşmanlardır. Farkı görün: Kafanızda bilgi olarak taşıdığınız bu çözümlerin arkadaş olduğunu sanıyorsunuz. Bu doğru değildir bu çözümler düşmandır. Bu çözümlerden dolayı sorunun ince fısıltısını duyamazsınız, problemin gizemini çözemezsiniz.
Soruna bu şekilde bakın: seksin kötü olduğunu biliyorsunuz çünkü kutsal metinler öyle diyor. Günah olduğunu biliyorsunuz çünkü asırlardır rahiplerin söylediği bu. Bu içinize yerleşmiştir, bilginiz haline gelmiştir: seks günahtır. Bu yüzden cinselliğe hiçbir zaman sempati ile yaklaşamayacaksınız, gizemine dalamayacaksınız. Seksin günah olduğu fikri kısıtlar, engeller. Zaten biliyorsunuzdur, bu yüzden öğrenmenin bir yararı yoktur.
Her gün, yıldan yıla, ölürken bile kapınızı çalan cinsellik fenomenine bakarsanız... Mahkumlar ölüm cezasına çarptırıldıklarında son olarak boşalırlar. Kadınlar için bir şey söyleyemiyorum çünkü onlar boşalmaz. Görünmeyen bir orgazm olabilirler belki. Bu, ölürken izlediğim birçok insandaki gözlemimdir; çocukluğumdan beri hobimdir bu.
Kasabada kimsenin bensiz ölmesine izin vermezdim. Birinin ölüm döşeğinde olduğunu duysam hemen yetişirdim. Birkaç saatliğine ortalıktan kaybolsam bizimkiler anlardı: "Ölen biri varsa oraya bakın. Orda olmalı." Bu son yolculuğu izlerdim. Zengin, fakir, hırsız, ölen her kimse -ölen bir kedi veya köpeği bile- oturur izlerdim. Her defasında şaşırıyordum, daha iyi algılamaya başladım; tekrar tekrar izledim: son düşünce hep sekstir.
Seks baskı yapmaya devam eder. Yalnızca dersinizi öğrendiğinizde bırakır ve dersi öğrenmeniz için de dinlemeniz gerekir. Cinselliğe karşı muhalif değil, algı kapılarınızın açık olması gerekir. Çok sessiz olmanız gerekir. Cinselliğe bir tapınağa giriyormuş gibi girin -kutsalların kutsalıdır o- ve anahtar orada saklıdır, altın anahtar. Cinsellik yaşamın kaynağı olduğu için kapıları açan anahtara sahip olmalıdır.
Çöl fısıldadığı zaman verilen mesaj budur, "Irmak da rüzgar gibi çölü aşabilir.'
Irmak karşı çıktı...
...Sizin de birçok kereler bana karşı çıktığınız gibi. Her gün mektup alıyorum -itirazlar, itirazlar. "Bu böyle olmamalı, şu şöyle olmalı" -ve ne dediğinizi bilmiyorsunuz. Nerde olduğunuzu bilmiyorsunuz ve reçeteler yazmaya, öğüt vermeye, karşı çıkmaya devam ediyorsunuz.
Bir gün önce bir mektup aldım. Mektubu yazan kişinin sanyasin olmaya karşı büyük bir arzusu var ama "bu bir çeşit kölelik" deyip itiraz ediyor. Sanyas hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Teslimiyet sizi, köle değil usta yapar -ama bu yaşanması gereken bir gizemdir, ve yaşamadan da anlamanın yolu yoktur. Gelen tüm itirazlar geçmiş bilgilerinizden gelir. Ve bu geçmiş bilgi artık geçerli değildir.
Bu ırmak hiçbir zaman bir çöle girmedi, hiçbir zaman bir çölü aşmadı. Çöl ilk kez ırmağın yaşamına ulaştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder