İşte burada.!
Bugün Zen'in çok özel dünyasına giriyoruz. Zen çok özeldir çünkü bilincin çok sıradan bir durumudur. İşte bu Zen'in özelliğidir. Aslında sıradan zihinler sıra dışı olmayı ister; sıra dışı zihinlerse sıradanlığın içinde rahat eder. Yalnızca sıra dışı insanlar rahatlamaya hazırdır ve sıradanlığın içinde dingin durumdadır. Sıradan olanlar ise aşağılık kompleksi hissederler ve bu aşağılık kompleksi nedeniyle özel olmaya çalışırlar. Özel olan kişi ise özel olmak için çaba sarf etmez. Onun için de herhangi bir aşağılık kompleksi yoktur. O herhangi bir boşluktan dolayı acı duymaz. O tamamen doludur, taşar, neyse odur.
Zen'in dünyasına hem çok özel hem de çok sıradan denilebilir. Dışarıdan bakıldığında bu bir çelişki gibi görünür. İçeriden bakıldığında ise herhangi bir çelişki yoktur. Bu çok basit bir olgudur. Bir gülün, bir lotusun, bir tutam çimenin özel olma çabası yoktur. Bir tutam çimenden büyük bir yıldıza kadar her şey olduğu gibidir -neyse odur. Herhangi bir çaba, mücadele ya da arzu yoktur. Bir şey olmaya çalışma yoktur. Onlar varoluşlarından kesinlikle mutludurlar. Bu yüzden herhangi bir kıyas ya da herhangi bir rekabet yoktur. Herhangi bir hiyerarşik durum söz konusu değildir -kim alçakmış, kim yüksekmiş bunların bir önemi yoktur. Aslında kendinin üstün olduğunu kanıtlamaya çalışan kimse sıradandır.
Her şeyi kabul eden insan neşeli olur. Böyle birisi şükran dolu olur, varoluşa şükran duyar, bütünlüğe şükran duyar -bu kişi en üstündür.
Hz. İsa şöyle demiştir; kutsanmış olanlar bu dünyada sonuncudur, onlar benim tanrımın krallığında birinci olacaklardır. Burada Hz. İsa değişik bir dil kullanıyor. Çünkü o değişik türden insanlarla konuşuyordu. Bu durum Zen niteliğini taşır... Sonuncu olanlar. Fakat sonuncu olmaya çalışırsanız sonuncu değilsinizdir bunu unutmayın.
İşte Hıristiyanların yüzyıllardır yaptığı buydu, sonuncu olmaya çalışmak ve Tanrı'nın krallığında ilk olmak. Onlar asıl noktayı kaçırdılar. Sonuncu olmak -çabasız, sadece basit bir anlayışla 'Ben neysem O'yum. Benim için başka bir varoluş şekli yok. Başka birisi olamam, başka biri olmaya ihtiyacım da yok. Bütün böyle olmamı istiyor ve ben böyle rahatım, bütünün iradesine kendimi teslim ediyorum...'
Bir Zen ustası asla 'birinci olmalısın' demez. Fakat Hz. İsa Zen'i bilmeyen insanlarla konuşuyordu. Hz. İsa Zen'in ne olduğunu biliyordu. O Hindistan'a, Ladakh'a, Tibet'e gitmişti. Hatta Japonya'da bulunduğuna dair hikayeler bile var. Japonya'ya gelip ziyaret ettiği bir yerin olduğunu düşünen insanlar var. Bu mümkündür, çünkü o bir mistik okuldan diğerine 18 yıl gezdi. Fakat o bir Yahudi gibi konuşmak zorundaydı.
Yahudiler amaçlarına çok bağımlı olarak hareket eden insanlardır. Daima bir yerlere ulaşmaya çalışırlar. Hintliler de amaca bağımlı insanlardır. Bu yüzden Buda'yı anlayamadılar. Onu yanlış anladılar. Buda Çinliler tarafından iyi anlaşıldı. Bundan dolayı Çinliler çok ruhani, dindar değildir -çünkü bir insan ruhani, dindar ise onun bir amacı vardır. Öteki dünyaya ait bir amaç. Bir yerlerde özel olmak isteyen bir insan, bu hayatta olmazsa gelecekte, burada değilse ölümden sonra, dünyada değilse cennette.
Cennet amaca bağlı insanların bir hayalidir. Böyle insanlar eğer ölümün ötesinde bir amaç varsa dindar olabilirler. Eğer bir amaç varsa her şeyi feda etmeye hazırlardır. Kısacası onlar gerçek dindar olamazlar -din onların anlayışı, neşesi, varoluş yolu değil, arzularıdır. Din onların derin düzeyde tekrarlanan ego oyunudur. Cenneti yaratan egodur. Çinliler, Hintlilerin tarzında bir ruhaniyete, bir dinselliğe sahip değildirler. Amaca bağımlı, cenneti arayan, vaat edilmiş toprakları arayan Yahudiler gibi değildirler. Vaat edilmiş topraklar şimdide ve buradadır. Bu yüzden üç bin yıldır aranıp duruyorlar. Arayış Hz. Musa ile başladı ve devam ediyor. Onlar daima bir mesihin gelmesini beklerler. İşte bu bekleyiş nedeniyle Hz. İsa'yı Mesih olarak kabul edemediler. Eğer o Mesih ise onların bekleme ve arayışlarına ne olacak? Eğer o Mesih ise ne yapacaklardı? Onların tüm yaşam modelleri vaat edilmiş toprakların arayışına dayalıydı. Eğer o bir kurtarıcı ise neşeleri kaybolurdu. Bu basit nedenden ötürü arzularına, rüyalarına ve bir şeyler olma çabalarına devam ediyorlar. Çinliler çok değişik insanlardır, Buda onlara hemen çekici geldi ve bilinçlerinde başarıya ulaştı. Japonya'da daha da derinlere işledi. Çünkü Japonlar daima çok dünyasaldır. Zen kelimesinin kendisi Sanskrit kökünden gelir. O yanlış telaffuzun, yanlış telaffuzunun, yanlış telaffuzudur. Bunu yanlış telaffuz eden yalnızca ben değilim bu aydınlanmış kişilerin eski bir alışkanlığıdır. Sanskrit kelime dhyana'dır. Buda onu jhana diye telaffuz etti -bu Gautama Buda ile başlayan ilk yanlış telaffuzdu. Kelime Çin'e ulaştığında Çinli ustalar Hui - Neng ve diğerleri onu Chana olarak telaffuz ettiler, sonunda kısaca chan (çan) oldu.
Japonya'ya ulaştığında Rinzai ve diğer ustalar Zen diye telaffuz ettiler. Aynı Sanskrit kelime dhyana'ydı. Fakat her değişiklik ona farklı bir lezzet kattı, kelime her iklim değişikliği ile farklılaştı. Kelime daha güzel ve daha güzel bir hale geldi ve şimdi daha önce olduğundan da daha güzel bir hal aldı. Uzun bir yolculuk yaptı.
Dhyana'dan Zen'e muazzam bir evrim vardır; bu yolculukta hayal edilemeyen yeni boyutlar belirdi. Eğer eski Vedacı azizler, Zen hakkında bir şey öğrenmeye gelmiş olsalardı, dhyana'nın bu hale dönüştüğüne inanmazlardı. Kelime hemen hemen zıt bir kutba ilerledi, fakat daha güzel, daha estetik, daha lütufkar, daha dişil oldu.
Genellikle böyle durumlarda zaman bazı şeyleri bozar. Fakat bu Zen için geçerli değil. Her geçen çağ ile birlikte yeni insanların, ülkelerin ve mevsimlerin yeni nitelikleri Zen tarafından özümsendi. Kelime zenginleşti yeni çiçeklerle ve renklerle büyümeye başladı. Bu tüm Asya'nın dahilerinin bir karşılaşmasıdır. Çünkü Çinli dahiler, Japon dahiler ve Hintli dahiler Zen'e katkıda bulundular.
Zen konusunda anlaşılması gereken ilk şey amaca bağımlı olmamaktır. Zen burada, şimdide olan yaşam yoludur. Ne cennetin ne de geleceğin yaşamla bir ilgisi yoktur. Zen manevi dünyanın diğer sıradan algılanışlarından bir diğeri değildir. O ne manevi, ne de maddidir. İkisinden de ötedir. Bu veya öteki dünyaya ait değildir, iki dünyanın büyük bir sentezidir.
Zen ustaları çok sıradan yaşarlar. Herkes gibi. Fakat sıradışı bir yoldadırlar. Tamamen yeni bir bakışla büyük bir zariflikle, muazzam bir hassaslıkla, uyanıklıkla, gözlem dolu olarak, aşkın ve saf bir bilinçlilik halinde ve o anda yaşarlar. Zen'de hiç bir şey ne kutsal ne de dünyevidir. Her şey birdir, ayrılamaz birdir, Zen'de hiçbir şeyi ilahi veya dünyevi olarak ayıramazsınız.
Çok dünyevi işlerle uğraşan Zen ustaları bulabilirsiniz, fakat hiçbir Hintli aziz böyle dünyevi şeylere hazır olamaz; onlar böyle şeyleri çok dünyasal bulurlar. Hiçbir Cayn (Jain) azizi kendisini odun keserken, kuyudan su çekerken, nehirden su taşırken düşünemez -imkansızdır! Bunlar onlar için çok dünyevi eylemlerdir, bunları yapanlar da dünyasal insanlardır onlar için. Fakat Zen ustaları ayrım yapmaz. Zen ustalarını odun kırarken, yemek yaparken, kuyudan su taşırken, bahçede çukur kazarken, tohum ekerken bulabilirsiniz. Her çeşit dünyasal sıradan eylemde yer alırlar. Fakat onları izlerseniz bir farklılık olduğunu görürsünüz.
Farklılık muazzamdır. Farklılık nicelikte değil niteliktedir. Zen ustası öyle bir uyanıklık, sakinlik, neşe ve kutlayışla çalışır ki tüm eylem dönüşüme uğrar.
Caynlar ve Hindular dünyadan kaçarlar. Zen ustası ise dünyada yaşar ve onu dönüştürür. Burada insanlığın geleceği için büyük bir mesaj vardır -bu gelecek dindarlığın yolu olacaktır. Dünyadan el etek çekmeye dair eski fikir tamamen başarısızlığa uğramıştır. Bu fikir tamamıyla yanlıştır ve aynı zamanda da uygulanabilirliği yoktur. Kaç insan dünyadan el etek çekebilir ki? Çok az bir bölümü, çünkü onlar dünyaya bağımlılar. Bir Cayn keşişi hiç bir şey yapmazsa bu diğer insanların onun için yaptığı manasına gelir. Bir Hindu azizi uzaklarda Himalayalardaki mağarasında yaşar. Kentteki birileri ona yiyecek ve ihtiyacı olan her şeyi getirirler.
Eğer tüm dünya, rahipler ve rahibeler gibi yaşarsa, bu insanlara kim bakacak? Bu global bir intihar olur. Aç kalır ve ölürler. Bu dindar yaşayış tarzı dünyayı değiştirmek için pratik olmayan bir fikirdir.
Zen çok pragmatik ve pratiktir. O dünyadan el etek çekmeyi aptalca bulur. Onun yerine şöyle der: Dönüş! Neredeysen orada ol fakat yeni bir yolun içerisinde ol. Bu yeni yol nedir? Rekabetçi olma. Rekabetçilik dünyasal olmaktır. Şunu dikkate al. Bu dünyada yaşamakla ya da dağlara çekilmekle ilgili bir sorun değil -rekabetçilik dünyasaldır. Mağaralara gidebilirsin fakat diğer mağaralarda başka azizler varsa rekabet olacaktır. Böylece başka bir rekabet dünyası yaratılır. Orada kimler yeni güçler kazanıyor, kim daha hızlı ilerliyor. Bu gibi konular konuşulacaktır. Böylece kendilerine daha fazla zarar verirler. Kim çivili yatakta yatabilir? Kim soğukta çıplak dolaşabilir? Kim çevresini çeviren ateşin içinde, sıcak güneşin altında oturabilir? Kim en iyi azizdir? Orada da hiyerarşi olacaktır.
Bir zamanlar bir Hintli Aziz tarafından davet edildim... bir hata olmalıydı, benim düşünce yolum hakkında bir fikri yoktu. Beni davet etti, neşelenmiştim 'Bu iyi bir fırsat' dedim ve böylece oraya gittim, tabii ki büyük bir olaydı.
İlk olay birbirimize tanıştırıldığımızda başladı. Hintli Aziz altın bir tahtta oturuyordu, yanındaki daha ufak olan altın tahtta da başka bir Hindu rahip oturuyordu. Diğer rahipler ise yerde oturuyorlardı.
Hintli Aziz bana şöyle dedi; "Benim yanımdaki ufak tahtta kim oturuyor merak ediyor olmalısınız? O yüksek mahkemenin baş hakimi idi. Fakat o öyle manevi bir insan ki bu görevinden vazgeçti, dünyadan vazgeçti, yüksek maaşından, statüsünden ve gücünden. Benim öğrencim oldu. Öylesine alçak gönüllü ki hiçbir zaman benimle eşit düzeyde oturmadı." Ben devam ettim "Çok alçakgönüllü olduğunu görebiliyorum. Sizden daha ufak tahtta oturuyor ancak diğerleri de yerde oturuyor! Eğer o gerçekten alçakgönüllü ise yere bir çukur kazmalı ve orada oturmalı, tabii ki gerçekten alçakgönüllü ise. Bu durumda o sadece size karşı alçakgönüllü diğerlerine karşı ise çok kibirli."
Gözlerinden öfke kıvılcımları çıkıyordu. Her ikisi de çok kızdı, bir süre ne diyeceklerini unuttular. Daha sonra dedim ki: "Alçakgönüllülüğünüzü görüyorsunuz ikiniz de kızdınız. Bu adam da hala yerinde oturuyor. Eğer o gerçekten alçakgönüllü ise aşağı insin hemen bir çukur kazsın tahtına yapışmasın. O zaman tabii ki yeni bir rekabet olacak. Diğerleri daha büyük ve derin çukur kazacak, böylece dışarıdaki bahçede de bir çukur kazılacak ve en alçakgönüllü insan oraya atlayacak." Böyle aptalca fikirler yüzyıllardır desteklendi ve yeni rekabetler ortaya çıktı.
Daha sonra Hintli Aziz'e şöyle dedim: "O sadece senin ölmeni bekliyor. Ölür ölmez senin yerine geçecek. Şu anda yarı yolda. İçinden şöyle dua ediyor. "Yaşlı bunak -en kısa zamanda öl." O zaman başka birisi ufak tahta oturacak ve böylece o, bu kişiyi alçakgönüllü olarak tanıtacak. Eğer ufak tahtta oturan alçakgönüllü ise o zaman sen kimsin? Sen ondan yüksek bir tahtta oturuyorsun. Eğer mesele yüksek veya alçak tahtta oturmaksa tavandaki örümcek ne olacak? O en yüksekte. O daha yüce çünkü senden daha yüksekte. Sen ondan daha yüksekte oturamazsın, ya gökyüzünde uçan kuşlar ne olacak?
Aslında siz, bu yolda hiç bir şeyden vazgeçmemişsiniz. Hala yeni isimlerle eski aptallıkları taşıyorsunuz. Sadece isimler değişti, eski rüyalarsa hala devam ediyor, eski arzular, eski egolar hala güçlü bir şekilde sürüyor. Herhangi bir tapınağa gidebilirsiniz ama aynı rekabet orada da vardır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder