Zen şöyle der; hayatın içinde ol, hayatta yanlış bir şey yoktur. Eğer bir şey yanlışsa o sizin bakış açınızdan dolayıdır. Gözleriniz bulutlu, bilincinizin aynası tozlu. Onu temizleyin daha fazla berraklık yaratın.
Rekabet ortadan kalkarsa dünyadasınızdır ama dünyadan değilsinizdir. Eğer tutkular yok olursa terk edilmesi gereken bir dünya da kalmaz. Fakat bu şekilde tutkular ve rekabet nasıl yok olabilir ki? Biz ona yeni yollar yaratıyoruz. Birisi sizden daha fazla para öteki ise daha fazla erdem kazanmaya çalışıyor. Fark nedir? Birisi sizden daha fazla bilgili, diğeri ise daha karakterli olmaya çalışıyor. Bu aynı arzudur, aynı rüyadır, aynı uyku durumudur. İnsanlar rüyalarının peşinden koşuyorlar, rüyalar değişiyor fakat onlar asla uyanmıyor. Rüyalar değişir fakat siz bu rüyada veya o rüyadasınızdır, kendinizi karanlıkta kaybedersiniz. Aydınlanmak, rüyaları değiştirmek, eski bir rüyadan başka bir rüya durumuna geçmek, eski rüya yerine yeni bir rüya yaratmak değildir. Eğer birisi size bu bir rüya, bir hayaldir derse, başka bir rüya yaratmaya başlarsınız. Herkes değişik yollarla uyur, değişik pozisyonlarda değişik rüyalar görür. Hıristiyanlar değişik rüyalar görür. Bu yüzden cennetleri de farklıdır. Hindular değişik rüyalar görür, Caynler değişik rüyalar görür, Müslümanlar değişik rüyalar görür. Komünistler değişik rüyalar görür; onların cenneti mezarın ötesine geçmez. Bir gün bu cennetlere sahip olmayı düşünüyorlar. Şimdi değil, sizin için de değil.
Bir gün zamanı geldiğinde toplum sınıfsız olacak, sömürü olmayacak, zulüm olmayacak, baskı olmayacak, ne zengin ne de fakir olacak, ülke olmayacak, hatta ülke kavramı bile olmayacak. Çünkü kimse yönetilmeye ihtiyaç duymayacak. İnsanlar çok iyi ve hoş olacaklar. Herhangi bir hükümete ihtiyaç duyulmayacak. Fakat şimdi bu da bir rüyadan ibaret. Eski bir cennet, eski bir firdevs kadar bir rüya, farkı yok.
İncili, Kapital, Gita veya Kuran ile değiştirebilirsiniz fakat siz aynı insansınız. Zen sizin bilincinizin köklü bir dönüşüme uğramadan hiç bir şeyin değişmeyeceği konusunda üsteler. Siz mekanikliğinizi sürdürürseniz hayatınız da aynı mekaniklikte kalır.
Bir gün Stalin Moskova'da bir Rus otelinin önünden geçerken bir sesle irkilir. Yere baktığında ayaklarının önünde genç bir rusun cesediyle karşılaşır. Yukarıya baktığında, onuncu kattan gelen ışığı görür. Yukarı çıkıp odanın kapısını açtığında karşısına İngiliz çıkar. "Onu aşağıya siz mi attınız?" diye sorar Stalin.
"Hayır" der İngiliz. "bu odayı birlikte tuttuk. Yatmadan önce ben İngiliz alışkanlığıyla ceketimi askıya astım. O da Rus alışkanlığıyla ceketini sandalyeye astı. Ben İngiliz alışkanlığımla takılarımı lavaboya bıraktım. O da Rus alışkanlığıyla yatağının altına koydu. Gece yarısı birisi kapıyı öfkeyle çaldı. Ben İngiliz alışkanlığımla kapıyı açmaya gittim. O da Rus alışkanlığı ile camdan aşağıya atladı."
Alışkanlıklar farklıdır. Bazen bazı alışkanlıklar tehlikeli olur. Fakat insanlar alışkanlıklarla yaşarlar, bilinçle değil; insanlar mekanik yaşar. Onlara dünyayı terk et diyebilirsiniz. Dünyayı terk edeceklerdir -mekanik bir şekilde yaşadıkları dünyayı. Onlara çıplak olun diyebilirsiniz, elbiselerinden de vazgeçeceklerdir; mekanik bir şekilde vazgeçeceklerdir. Her gün elbiselerini bedenlerine koydukları yerden vazgeçeceklerdir.
Sorun mekanikliğin nasıl sona erdirilebileceğidir. Sorun dışarıdaki belirtilerden daha derindedir -kökü değişmelidir.
Bir astronot dünyaya döndüğünde yapılan bir röportaj sırasında Mars gezegeni ile oradaki kadın ve erkekleri çok alışılmışın dışında tanımladı. Marslı kadınlar inanılmaz değişikti. Popoları önde göğüsleri arkadaydı. Röportajı yapan kişi "Bu korkunç bir şey" diye bağırdı. Astronot, "Görünüşte öyle ancak dans ederken mükemmel" diye yanıtladı.
Zen bilincin köklü bir dönüşümüdür. O sizi tamamen saflaştırır. O daha önce denenmemiş, özel bir saflaşma yöntemidir. İnsan bilincine yüce bir hediyedir.
Chao Chao, Nan Chuan'a sordu.
Tao nedir?
BU SORU YANITLANAMAZ. Yanıtlanabilecek ve yanıtlanamayacak sorular vardır. Bilime ait sorular yanıtlanabilir, dine ait olanlarsa yanıtlanamazlar. Yanıtlanamayacak sorular gerçek sorulardır. Çünkü onların kökleri varoluşun büyük gizemindedir -bu yüzden yanıtlanamazlar.
Bu soru çok masum görünüyor. Fakat yanıtlaması imkansız bir soru. Bu soru ne sorduğunuzu bilmediğinizi gösteriyor. Tao "Oluşun " diğer adıdır. Siz "Oluş nedir?" diye soramazsınız. O deneyimlenebilir. Şimdi burada deneyimlenebilir. Yarın değil. O sizi çevreliyor, siz onun içinde nefes alıyorsunuz, siz onun parçasısınız. O sizin varoluşunuzun kalp atışıdır. O nabzınızdır. O sizin bilincinizdir.
Şu andaki sessiz anı dinleyin. Bu odur. Fakat bu soruyu yanıtlamanın bir yolu yoktur. Tao ancak işaret edilip gösterilebilir.
Bu yüzden Zen ustaları derler ki: "Buda sadece Ay'ı gösterdi". Onun parmaklarına yapışma. Parmaklar sadece Ay'ı işaret eder, Ay'ın kendisi değildir.
Tao sadece bir kelimedir, keyfi bir kelimedir. Manası hiçliktir. O, varoluşun oluşunu gösteren bir parmaktır sadece. Kuşlar cıvıldıyor, ağaçlar sessizce duruyor ve siz kalbinizdeki muazzam sevgiyle derin bir iletişim içerisinde oturmaktasınız... bu odur! Fakat bu bir yanıt değildir.
Chao Chao, sordu. Tao nedir?
Non Chuan yanıtladı; "Sıradan zihin Tao'dur."
Sonsuz gerçekliği kapsayan, şimdiye kadar verilmiş en iyi yanıtladan biri- çok basit ve her şeye gebe.
"Sıradan zihin Tao'dur."
Sıradan zihin ne demektir? Zihninizde hiçbir şey yoksa, hiçbir şey istemiyorsanız, hiçbir arzu, hiçbir soru, soru işareti, merak, zihninizde heyecanlandırıcı rüyalar yoksa, hiçbir düşünce, anı, hayal, geçmiş gelecek yoksa.......O zaman zihin tamamen sıradandır.
Sıradan zihinle Tao'yu deneyimleyeceksiniz. Çünkü oluşu deneyimleyeceksiniz. Rüyalarınız ve arzularınız daima sizinledir. Onları bir dakika bile kaybetmediniz. İsteseniz bile kaybedemezsiniz- bu sizin içgüdüsel doğanızdır. Fakat zihninizdeki düşünceler etrafınızda bir bulut yaratır ve devamlı trafik olur.
Zihindeki trafiği izlerseniz çok şaşırırsınız: tek bir an bile boşluk yoktur. Ne zaman bir boşluk varsa Tao'nun tadı oradadır. Uzaktaki guguk kuşunun çağrısı...ve bir an için tüm düşünceleri unutursunuz. Guguk kuşunun çağrısı çok güzel, içe işleyici; kalbinize saplanan bir ok gibidir. Bir an için her şey durur.....ve birden Tao'nun tadına varırsınız. Ona güzel dersiniz çünkü tam olarak ne diyeceğinizi bilemezsiniz. Evet o bir yönüyle güzeldir. Bir güneş batımında tüm bulutlar altın gibidir, güneş ise sadece okyanusta bir damla gibi ve tüm okyanus kıpkırmızıdır. O an nefesiniz bile bir an için durur. Bu durum bir huşu durumudur. Buna huşu dersiniz çünkü tam olarak ne diyeceğinizi bilemezsiniz. Bu da Tao'nun yönlerinden biridir. Bir güzel kadın veya erkek gördüğünüzde o an için her şeyi unutursunuz. Gözleriniz odaklanır, göz kırpmadan bakarsınız, hatta göz kırpmayı bile unutursunuz. Buna fiziksel güzellik, şekil, orantılılık dersiniz -bu da Tao'nun yönlerinden biridir. Yıldızlarla dolu bir gecede çimlerin üzerinde uzanmış gökyüzünü izliyorsunuz -gökyüzünün ihtişamının saldırısına uğradınız. Buna ihtişam diyeceksiniz. Bu da Tao'nun yönlerinden biridir. Müzik dinliyorsunuz, bir şey varlığınızı derinden heyecanlandırdı; aranızda uyum, bütünlük oluştu. Müzikle aynı oldunuz ve içinizden, ince düzeylerden bir dans başladı. Siz buna müzik dersiniz, şiir dersiniz. O Tao'dur. Tao'nun bir başka yönüdür.
Tao çok boyutlu gerçekliktir. Dünyadaki en zengin deneyimdir. Kim Tao'yu bilirse dünyadaki en zengin insandır ve tükenmez bir hazineye sahiptir. Hatta Büyük İskender bile onun yanında fakir kalır. Tao'nun bu yanlarını bilmek, Tao'nun kendisi olmaktır. Çünkü Tao'nun bu yönlerini tanımaya başlayarak yavaş yavaş kendinizi tanımaya başlarsınız. Çünkü bu da Tao'nun içsel boyutlarından biridir. Gün batımı dışsal boyutlarından biridir. Müzik dışsal boyutlarından biridir. Tanıklık, gözlem, huşu deneyimi, güzellik, şaşkınlık, neşe ve sevgi içsel boyutlarındandır. O zaman sadece oluş vardır.
Buda bu duruma oluş dedi -tathata. Tathata Tao manasına gelir. Siz ona oluş diyebilirsiniz. Oluş size daha anlaşılır gelecektir. Çünkü Tao size yabancı bir kelime. Fakat onu "Tanrı" diye çevirmeyin. Tanrı diye çevrilebilir ancak o zaman "Tanrı" kelimesinin parçası haline gelmiş bir çok kurumun kurbanı haline gelebilirsiniz. Tanrı aynı zamanda Tao manasına gelir. Ama Tanrı kelimesi rahiplerin, misyonerlerin ve ilahiyatçıların elinde bozuldu. O'nu zehirlediler.
Nietzsche, "Tanrı öldü" dedi. O ölmedi, öldürüldü. Rahipler tarafından öldürüldü, ilahiyatçılar tarafından, politikacılar tarafından, aziz ve kutsal insan diye çağrılanlar tarafından öldürüldü. Bu çirkin ellere düşmeden önce kurtarılabilseydi eğer Tanrı kelimesi de, Tao kadar güzel olacaktı.
Tao hiçbir zaman herhangi bir papazlık müessesinin parçası haline gelmedi. Tao için herhangi bir tapınak yapılmadı, herhangi bir heykel yontulmadı. Tao'yu sevenler, Tao'nun izdeşçileri uyanık kaldılar- hiçbir ibadet, hiçbir tapınma, hiçbir tören olmadı. Böylece O'nun saflığını ve masumiyetini korudular. O güzel ve hala bakir.
Chao Chao, sordu. Tao nedir?
Non Chuan yanıtladı; "Sıradan zihin Tao'dur."
Hiçbir şekilde sıradışı olmaya çalışmayın- herkes aksini yapmaya çalışsa bile. Biz bu şekilde yetiştirildik. Ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz ve herkes tekrar tekrar "Birinci ol, özel ol, göze gir" dedi.
Babamı bir çok nedenle sevdim. Nedenlerden biri şuydu: bana veya diğer kardeşlerime hiçbir zaman rekabetçiliği aşılamadı. Bize asla "Birinci olmalısın, sınıf birincisi olmak için her türlü çabayı sarf etmelisin" demedi. Bu yüzden hiç bir zaman hangi sınıfı okuduğumdan emin değildi. Bazen birisi ona "Oğlun hangi sınıfta okuyor" diye sorardı. O da bana "Hangi sınıfta okuyorsun" diye sorardı. Asla ne sınav sonuçlarımı ne de sınıfı geçip geçmediğimi sordu. Bunlar onun umurunda değildi.
Çok güzel özellikleri vardı. Fakat onun en çok bu özelliğini sevdim: Hiç bir zaman zihnimizi rekabetçilikle zehirlemedi.
Eğer bir öğretmenim gelip de ona "Çocuğun okula gelmiyor, başarısız, problem yaratıyor. Katılımcı değil, devamlı pencereden dışarı bakıyor. Bir çok kereler cezalandırdım. Fakat hiç bir şey öğrenmiyor onu sınıfın dışında oturmakla cezalandırdım fakat o bu durumdan da hoşlandı. Ona okulun çevresinde yedi kere koşma cezası verdim, ama o onyedi kere koştu. Ona 'bu bir ceza' dediğimizde 'sizin için bir ceza olabilir ancak ben bu gün antrenman yapmamıştım bu iyi oldu, çok teşekkür ederim' dedi. Müdüre gönderilmediği bir gün bile olmadı. Sonunda müdür de yoruldu ve onun ne yaptığını sormadan sadece ceza verdi. Ve bu cezalandırma işi rutin hale geldi ve sonunda müdür de başarısız oldu." dediğinde babam da şöyle derdi "Ne olmuş yani o zaman onu sınıfta bırakın. Sistemde herkes sınıf geçemez bazıları da başarısız olur. Eğer o da başarısız olanlardan biri ise bundan ne çıkar? Ben onun hangi sınıfta olduğunu dahi bilmiyorum, geçip geçmediğini de hiçbir zaman bilmeyeceğim."
Hiçbir zaman karnelerime bakmadı. Bazen ona karne getirecek olsam "Aslında kendin imzalayıp, kendini idare edebilirsin. Ancak senin için imzalayacağım" derdi.
Üniversitede birincilik ödülü olarak altın madalya getirdiğimde biraz kızgın baktı. 'Bu iyi değil' dedi. 'Çünkü senin için bunun hiç bir önemi yok. Bunu biliyorum. Fakat başka birisi bu altın madalyayı alsaydı. Bu onun için çok değerli olacaktı'.
Onu bu özelliklerinden dolayı sevdim. Bu özellikler her çocuğa verilmeli. Rekabetçi olmamak, açgözlü olmamak.
Üniversiteden eve geri döndüğümde bana hiç bir zaman "şimdi ne yapacaksın" diye sormadı, oysa tüm kasaba "şimdi ne yapacaksın?" "Koleksiyoncu mu olacaksın?" "Profesör mü olacaksın", "Şu veya bu mu olacaksın?" diyordu.
"Okulu birincilikle bitirdiğin için her yerde çalışabilirsin, ne istiyorsan yapabilirsin." Oysa babam hiç bir zaman bu konu hakkında hiç bir şey sormadı.
Üniversitede profesör olduğumda bana şöyle dedi; 'Neden sıkıcı bir üniversiteye gidiyorsun? Niye ilkokul öğretmeni olmuyorsun? İlkokul hemen bizim evimizin önünde'.
Üniversiteyi bıraktığımı herkes duydu ve bana gelerek, "Bu pozisyonu bırakma, çok iyi imkanların var. Er veya geç üniversitenin rektörü olursun, bekle" dediler.
Tek mutlu olan babamdı. Bana dedi ki; 'İyi, üzülme. Paraya ihtiyacın varsa veya bazı problemlerin varsa, bana söyle. Ben hala hayattayım ve seni destekleyebilirim. Eğer çalışmak istemiyorsan çalışma. Eğer ufak şeyler yapmak istiyorsan yap.
Çömlekçilik yapmak istiyorsan yap, dokumacılık yapmak istiyorsan yap, iplikçilikle uğraşmak istersen bir çıkrığım var onu sana verebilirim. Hiç bir şey yapmak istemiyorsan, üzülme -ben sana bakabilirim hala çalışıyorum ben hayattayken üzülmene gerek yok".
O böyle diyen tek insandı... Düşmanlarım bile bana "bu doğru değil -pozisyonuna geri dön" dediler. Hatta eğitim bakanı beni aradı. İstifamı geri almamı istedi. Ve dedi ki; 'Bu karar anlık verilmiş bir karar daha sonra pişman olabilirsin'.
Bir gün babam sertifikalarımı gördü ve şöyle dedi; "Üniversiteye hizmet etmeyi bıraktın -bu sertifikaları niye yakmıyorsun" Benim fikirlerimi etkileyen tek insandı. Ben de ona şöyle dedim; "Bu gerçekten mükemmel bir fikir."
Çocuklarımızı başından beri rekabetçi ruhlar haline getirdik -kıskançlık dolu ve düşmanca. Onları kavgacı ve çekişmeci insanlar olarak yetiştirdik. Bizim hayat hakkındaki temel düşüncemiz, hayatın mücadele üstüne kurulu olmasıydı. Hayata yüklediğiniz anlamın bir önemi yoktu. Hedefe ulaşmalısın. Mücadeleciliğini geliştirmelisin. Dünyaya sıradan bir insan olmadığını göstermelisin.
Sıradan zihin Tao'dur. Dünya bunu bilmediğinden dolayı büyük bir neşe ve mutluluğu, kutsamayı kaçırıyor. Birbirimizi çıldırtıyoruz. Tüm eğitim sistemi bir çeşit nevroz yaratıyor. Nevrozu ileri düzeyde olanlar; çok daha ünlü oluyor. Şu anda devlet başkanı, başbakan gibi çok ünlü ve güçlü insanların hayatlarına bakarsanız nevrozdan başka bir şey bulamazsınız. Endişeden, kederden ve çılgınlıktan başka bir şey yoktur hayatlarında. Bu kavramların içinde kaynıyorlar. Fakat sahte bir yüzle durumu idare ediyorlar-aslında yüz değil bir maske.
Bu durum insan bilincini etkileyen en etkili alkol durumunda. Doğru göremiyoruz çünkü sarhoş bir haldeyiz. Gördüğümüz şey olan değil, veya olup biteni göremiyoruz. Tüm hayatımız baş aşağı gitse bile, meraklanmıyoruz.
Adamın biri her şeyi çift görmeye başlar. Bu durumun tehlike arz etmeye başlaması üzerine psikanalize gitmeye karar verir. Durumu önce karısına açmaya karar verir ve şöyle der; "Karıcığım her şeyi çift görmeye başladım. Mesela şu anda seni iki tane görüyorum." Karısı hemen yanıtlar; "iyi, biri seninle kalsın ben başkasıyla çıkıyorum."
Adam daha sonra bir psikiyatriste gider ve derdini anlatır. Psikiyatr onu dinledikten sonra, bir müddet bakar -adama değil, adamın çevresine bakarak- şöyle der "tamam her şeyi çift gördüğünü söylüyorsun, peki dördünüz de aynı şeyden mi şikayetçisiniz?"
Günümüzde çoğunlukla psikoterapistler ve psikanalizciler delilerden bile daha deli bir durumdalar. Bu dünya gerçekten büyük bir tımarhane. Ve onu, bu hale getiren biziz.
Kadın çığlık çığlığa doktorun yanına çıktı ve şöyle dedi "Doktor, kocam kendini at zannediyor"
Doktor yanıtladı "üzülmeyin kocanız jokey olduğundan bu geçici bir meslek deformasyonu. Onu hemen bana getirin. İki saat daha buradayım."
Kadın sevinç çığlıkları atarak şöyle dedi: "Teşekkür ederim doktor bey, ona hemen eyer vurup, birkaç dakika içinde dörtnala yanınızda olacağım"
Evet hepimiz çıldırdık. Çıldırmamak çok zor bir şey. Bu yüzden Hz.İsa, Sokrates ve Buda acı çektiler. Çünkü onlar normaldi.
Nan Chuan da; günümüzün büyük amaçlar ve idealler dünyasında acı çekmeye mahkum. Böyle bir insan acı çekmek zorunda çünkü; 'Sıradan zihin Tao'dur." diyor.
Aslında sıradan olmama çabası, çıldırma çabasıdır. Normal, aklı başında olmak Tao'yu bilmekle mümkündür. Tao'yu deneyimleyemiyorsanız, şu veya bu şekilde çıldırmışsınız demektir. Ama çevrenizdeki herkes sizin gibi olduğundan, bunu fark etmiyorsunuz. Fakat bu kadar delinin arasında aklı başında olmak problem yaratır. Birden kendinizi yapayalnız bulursunuz. Çoğunluk size karşıdır, kimse sizinle anlaşamaz. Belki öldürülmek, taşlanmak, zehirlenmek zorunda kalacaksınız. Çünkü çoğunluk sizin varlığınıza hoşgörü göstermeyecek.
Gerçeği gören tüm insanlar şu sonuca vardılar; sıradan olmak yeterli, başka bir şeye gerek yok.
Benim yaklaşımım bu. Size büyük idealler vermiyorum.
Bir gün Akam bir problem bildirdi. Hollanda'daki sanyasilerimden* bazıları sanyasiliği bırakıp fiziksel ölümsüzlüğün sırrını bulduğunu söyleyen Hindu bir mahatma'nın izdeşçisi olmuşlardı. Akam bana bunu bildirdiğinde onun da bu çekime kapıldığını hissettim. Ve bir süre sonra Akam da sanyasiliği bıraktı ve bu mahatma'nın izdeşçisi oldu. Aslında bu çeşit aptallardan kurtulmak istiyordum. Bir bakıma böyle mahatmalar iyiydi: Böylece benim bu çeşit aptallardan kurtulmama yardımcı oluyorlardı. Fiziksel ölümsüzlük. Milyonlarca yıldır insanlık biliyor ki insan ölmek zorundadır, ölür de. Buda öldü, Mahavira öldü, Krişna öldü, Lao Tzu öldü, Muhammed öldü. Herkes ölür. Fakat bazı aptal mahatmalar, bazı çılgın insanlar, hala insanları kendine çekebiliyor. Fakat bu yeni bir şey değil, böyle insanlar her zaman oldu. Böyle insanların lehine olan bir şey var ki o da yaşarken onların hatalı olduğunu ispatlayamazsınız. Fakat öldüklerinde de ne yapabilirsiniz ki.
* Sanyasi: Genel anlamıyla, kendini ruhsal uygulamalara vermiş kişilere Hindistan'da verilen addır. Osho kendi izdeşçilerini de böyle çağırmaktadır.
Sri Aurobindo da aynı şeyi söyledi: Fiziksel ölümsüzlüğün sırrını bildiğini. Öldüğü zaman bir şok oluştu. Çünkü binlerce izdeşçisi vardı. Onun aşramında olan birkaç arkadaşımın bildirdiğine göre ölüm haberi yirmi dört saat açıklanmadı. Çünkü Sri Aurobindo'nun ölebileceğine kimse inanmazdı. O ölümsüzlüğün sırrını biliyordu. Ya uzun bir uykuya dalmış ya da derin bir samadhi'de* olmalıydı. Fakat ne kadar bekleyebilirsiniz ki? Yirmi dört saat daha sonra öldüğü iyice kesinleşti. Fakat aptal aptaldır, iki gün daha beklediler. Haber dışarı sızdı fakat onlar üç gün daha beklediler. Beden kokmaya başlamış ve hala beklemek saçma bir hal almıştı. Bedeni gömdüler. Fakat onun yeni bir bedenle geri gelmesini arzu ettikleri için beklemeye devam ettiler.
Ardından Sri Aurobindo'nun varisi olan Ana'nın sonsuza değin yaşayacağını düşünmeye başladılar.
Tesadüfen Ana çok uzun yaşadı ve umutları büyüdükçe büyüdü. "Evet o kesinlikle fiziksel ölümsüzlüğün sırrını biliyordu." Fakat bir gün o da öldü ve tekrar bir şok yaşandı.
* Samadhi: Yoga uygulamasında, yaşanılan aşkın birlik deneyimine, Aydınlanma haline verilen genel ad.
Bu durum tekrar tekrar oluyor. İyi olan bir şey var: birisi öldüğünde bir şey yapamazsınız. Onunla tartışamazsınız. Ona diyemezsiniz ki: Ya teorilerin, teorilerine ne oldu? O yaşarken aksini kanıtlayamazsınız. Böyle aptalca şeylerle uğraşan aptallar her zaman vardır. Sadece çok zeki insanlar şu durumu anlar:
"Sıradan zihin Tao'dur."
Tamamen sıradan olmak, sıradan bir hayat yaşamak, acıkınca yemek, susayınca içmek, uykusu gelince uyumak, gençken genç olmak, yaşlıyken yaşlı, ölünce de ölü.....! Yürürken bir zorlama yapma hatta ölürken bile. Ölüm sonrası hayat üzerine kurulu bir varoluşla yaşama. Bir hayalet olmaya çalışma.
Bir hayalet diğerine söylerken duydum: "Ne dersen de, fakat ben insanlara inanmıyorum."
Hayaletler bile size inanmıyor fakat siz hayaletlere inanıyorsunuz. Hayaletler bile size inanacak kadar aptal değil, fakat sizin aptallığınız sınır tanımıyor.
Zen sadece çok zeki insanlara çekici gelecektir. Sadece aptallar fiziksel ölümsüzlük veya buna benzer güçlerle ilgilenir.
Fakat buna benzer aptalca şeyler din adına devam ediyor. Zen çok saçma ve imkansız bir şeymiş gibi görünür ve nevrotik insanların dikkatini çekmez. Basit gerçekler nevrotik insanları cezp etmez.
Benim burada yaptığım şey çok basit, çok sıradan. Bunda manevi, kutsal hiçbir şey yok. Sizi kutsal insanlar yapmaya çalışmıyorum. Aklı başında, zeki insanlar olmanız için çalışıyorum. Sıradan insanlar hayatlarını neşeyle, dansla, kutlayışla yaşarlar. Bu Tao'dur.
Chao Chao sordu: "Biri ona nasıl yaklaşabilir?"
Mantıksal zihin daima sorar "Nasıl". Eğer "O sıradan zihindir" diyecek olursanız o zaman mantıksal zihin sorar: "Kişi ona nasıl yaklaşabilir?" Mantıksal zihin önemli noktayı kaçırır. Eğer o sıradan bir zihinse, ona yaklaşma sorunu da olmaz. O zaten oradadır. Ona zaten sahipsiniz, o zaten sizin haliniz. Fakat zihin devam eder, tekrar tekrar dolambaçlı yollardan aynı noktaya gelir. "Nasıl başarılabilir?" Bu daima sorduğunuz sorudur.
Eğer birisi size özel güçler elde edebilirsin derse, hemen "nasıl" diye sorarsın.
Burada ise Nan Chuan özel bir şey söylemiyor. Onun dediği "zaten sahip olduğunuz sıradan zihin durumu....." "nasıl" sorusu ve ona yaklaşma sorusu yok. Onu hiçbir zaman kaybetmediniz, sadece unuttunuz. Üstü örtülü bir hale geldi, sadece bu örtüyü açın.
Nan Chuan şöyle diyor:
"O bilme, veya bilmeme konusu olamaz."
Nan Chuan size beni yanlış anlamayın demeye çalışıyor. Çünkü mantıksal zihin hemen zıttına atlar: Eğer o bilme işleminin konusu değilse, bilmeme işleminin konusudur, onun ne bilmenin ne de bilmemenin konusu olmadığını söyleyerek sizi başından uyarıyor.
Bilim sadece iki kategoriye inanır: Bilinen ve bilinmeyen. Bilinmeyenler her gün bilinene dönüşüyor. Bilimin bitmeyen iddiası, bir gün gelecek ve geriye bilinmeyen hiçbir şey kalmayacak; tüm bilinmeyenler bilinir bir hale gelecek. Bu bilimin amacıdır.
Din ise üçüncü kategoriden başlar: Bilinemeyenler. O ne bilinme ne de bilinmeme konusudur. Onun hakkında cahil veya bilgili değilsinizdir. O iki kavramı da aşar. İkisinin de ötesinde yer alır. Her türlü ikilemin ve farklılığın ötesindedir.
'Eğer birisi Tao'yu şüphe götürmez bir şekilde gerçekleştirirse. Onun zihni muazzam evren gibi olacaktır.'
Gökyüzü gibi, sınırsız, her yöne açık, sonsuz. O boş olacaktır, ölçülemez. Hiçliği yansıtan bir ayna gibi olacaktır, durgun bir göl gibi, tamamen sessiz ve tamamen berrak. Bu berraklık Buda'lık durumudur.
O zaman böyle bir durumda birisi, nasıl şu doğru bu yanlış diyebilir?
Geriye hiçbir şey kalmaz. Şu muydu, bu muydu diye soru kalmaz. Hiçbir şüphe yoktur. O kuşku götürmez bir durumdur. Sadece boşluk vardır, boş berraklık ve sonsuz uzay. Ve her şey sessizdir, tüm ikilik kaybolmuştur, bilen gitmiştir, bilinen gitmiştir, gören gitmiştir, görülen gitmiştir, izleyen gitmiştir, izlenilen gitmiştir, öznel olan, nesnel olan hepsi gitmiştir. Sadece saf bir berraklık, sessiz tanıklık. Bu durum içerisinde hata yapmamalısın, şu veya bu doğrudur diye bir muhteva yoktur. Geriye bir şey kalmamıştır, herhangi bir muhtevası yoktur. Bu yüzden şüphe götürmez, şüphe duyulamaz, aşikar bir durumdur.
Bu söylemi işitmesi üzerine, Chao Chao hemen aydınlandı.
NASIL DİNLEYECEĞİNİ BİLİRSEN..... Chao Chao yıllardır Nan Chuan ile yaşıyordu. Sanmayın ki bu onun ustasıyla ilk karşılaşması. Bu sebeple son karşılaşması oldu. Bundan sonra geriye bir şey kalmadı. Ustasıyla yaşıyor, meditasyon yapıyor, sessizce oturuyor, dinliyor, yıllardır sadece ustasıyla oluyordu. Sanki meyve olgunlaşmış hafif bir meltemle yeryüzüne düşmüştü. Şunu hatırınızda tutun, meyve olgunlaşmasaydı böyle olmazdı.
Bu söylemi işitmesi üzerine........
Söylem çok dikkate değer, fakat usta ile aranızda derin bir iletişim varsa kalbinize işler. Bu zihnin ve mantığın son çabasıdır. O, bu söylem olduğunda, Nan Chuan aşağıdaki sözleri söylediğinde, zaten sınırdaydı.
Eğer birisi Tao'yu şüphe götürmez bir şekilde gerçekleştirirse. Onun zihni muazzam evren gibi olacaktır -boş ve berrak. O zaman böyle bir durumda birisi, nasıl şu doğru bu yanlış diyebilir?
Bu söylemi işitmesi üzerine, Chao Chao hemen aydınlandı.
Bu ani uyanış Zen'i ve O'nun yaklaşımını bilmeyenler için büyük bir sorundur. Onlar için aydınlanma kademe kademe olan bir şeydir. Fakat Zen için aydınlanma daima anidir, beklenmediktir. Aydınlanma basit bir nedenle aniden gerçekleşebilir çünkü o sizin kendi doğanızdır. Sizi içten etkilemesine izin verdiğiniz her söylem, mucize yaratabilir. Bu, söylemin çok önemli olup olmaması sorunu değildir. Bazen çok önemsiz bir söylem, bir tokat, bazen ustaya sorulan soruya ustanın yanıt vermeden sessiz kalması.....sessizlik! Bazen öğrenci ağacın altında oturur ve kuru bir yaprak ağaçtan düşer......ve düşen bir yaprak. Burada bir söylem yok, ağaç öğrenciden habersiz. Yaprak onun için düşmüyor, sadece düşüyor- ve bir şey oluyor.
Tüm hepsinin ihtiyacı bir sessizlik durumu, keskin bir uyanıklık. O zaman herhangi bir şey işlemin tetiğini çekebilir, herhangi önemsiz bir şey işlemi harekete geçirebilir.
Aydınlanma ani bir olaydır; kademeli olamaz çünkü o başarılacak bir şey değildir. O sadece unutulmuş bir şeyin keşfidir. O bir hatırlamadır, keşiftir.
Buna özel dönüşüm denilebilir. Bir şey gelmedi veya vuku bulmadı. Bu usta ve öğrencisi arasındaki ilişkinin mucizesidir. Bu varoluştaki en büyük mucizedir. Hiçbir şey onunla mukayese edilemez, o mukayese edilemez olandır.
Aydınlanma burada gerçekleşebilir-burada birçok insan için gerçekleşecek. Her gün, her dakika, benimle daha fazla dolacaksınız, mantıksal zihninizi gittikçe daha fazla bir yana koyabileceksiniz- kimse bilemez, o tahmin edilemez.....Bir şey oluverir ve aniden her şey ışığa dönüşür, güneş aniden doğar.
Özel olmaya çalışmayın. Sıradan olun ve sessizlik içerisinde -tam bir uyanıklık, tam bir dikkat içerisinde- özel dönüşümü bekleyin. O kendiliğinden gerçekleşir. Daha önce de gerçekleşti. Şimdi de gerçekleşebilir. O, Tanrıya giden, Tao'ya giden, sonsuz gerçekliğe giden en kolay yoldur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder