Niye sıkıntıdan çok korkuyorum? Aslında kaçmaya çalıştığım şey nedir?"
Bu en önemli sorulardan biridir. Sıkıntı hissetmek için zeka gerekir. Buda ve Mahavira da bunu hissetti. Bu bir lanet değil kutsamadır aslında. Bu sıkıntıdan hayatın anlamını sorgulama ortaya çıkar. Sıkılan insanlar hayatın sıradan anlamlarının tatmin etmediği insanlardır. Sıkıntı hissetmeden devamlı para biriktiren insanlar bayağı insanlardır. Onların zekası henüz tam çiçek açmamıştır. Belki kurnaz olabilirler ancak gerçekten zeki değillerdir. Hayatlarında yaratıcılık ve zeka göremezsiniz. Güzel bir koku algılayamazsınız.
Böyle açgözlü insanlar sonunda kokuşur. Herhangi bir güzellik ve estetik duyguları da yoktur. Sanki büyük bir koltukta oturunca büyüyeceklerini zannederler. Fakat böyle insanları hiç sıkılırken göremezsiniz. Her zaman meşguldürler.
Aslında zeki olan insanlar sıkılırlar. Daha çok para kazanmakta herhangi bir anlam görmezler. Para faydalıdır ancak herhangi bir anlam içermez. Size söyleyeceğim ilk şey bunun bir kutsama olduğudur. Bu sıkıntı sonrası kişi içe yönelmeye başlar. Böyle bir insan dünyadaki tüm gücü ve parayı ele geçirse bile varlığının değişmeyeceğini anlar.
Bu durumda iki olasılık vardır. Birincisi Batı olasılığı. Sadece mantıki açıdan bakmak. Mantıki açıdan bakarsanız herhangi bir anlam göremezsiniz ve sıkıntı daha da artar. Bu durumda tek yol intiharmış gibi görünür.
Dostoyevski şöyle demiştir "Eğer Tanrıyı görebilirsem ona söyleyeceğim tek şey şudur: Bana sormadan beni neden yarattın? Bu adil mi? Bu anlamsız ve saçma varoluşun parçası olmak istemediğim için onu görünce yapacağım tek şey bileti geri vermek olacak."
Marcel ise şöyle diyor: "Tek metafizik problem intihardır. İnsan niye yaşamak zorunda, ne için?" Sadece olaya mantık yönünden bakarsanız batı yaklaşımı ortaya çıkar. Rasyonel, Aristocu, mantıksal.
Batı büyük bir teknoloji getirmekle beraber herhangi bir anlam getiremedi. Hayat böylece sıkıcı bir hale geldi. İnsanlar da sıkıcı bir hale geldiler. Yaşamaya devam ediyorlar çünkü korkaklar. Kendilerini yok edecek cesaretleri olmadığı için sürüklenerek devam ediyorlar. Batı çıkmaz sokağa girdi, yolun sonuna geldi.
Onların da yaklaşımlarını geliştirme zamanı geldi.
Doğunun yaklaşımı ise tamamen farklı. Mantık ve zihnin başarısız olması, hayatın başarısız olması manasına gelmez. Bu sadece aklın elinden geleni yaptığı ve artık varoluşun derinine bakması gerektiği anlamına gelir. Zihinden daha derin olan yüreğimizdir. Mantıktan daha derin olan aşktır. Bilimden daha derin olan sanattır. Matematikten daha derin olan müziktir.
Doğu zihni ve aklı durdurur. Yüreğe doğru, duyguların dünyasına doğru harekete geçer. Ve aniden büyük bir anlam yükselmeye başlar ve sıkıntı kaybolur.
Fakat şunu unutmayın yüreğiniz içsel varlığınızın merkezi değildir. O sadece yarı yolda bir konaklama noktasıdır. Zihinden varlığa giderken yürek tam ortadadır. Yüreğinize ulaştığınızda daha da derinde bir şey olduğunu hissedersiniz. Yüreğiniz hayatınızı neşeyle ve heyecanla doldurur. Sıkıntıdan kurtulur daha derin bir gerçekliğin, özünüzün farkına varırsınız. İçsel özünüzün sizi tamamen doldurması meditasyonun amacıdır.
Kafadan yüreğe hareket edin. Yürek bir sıçrama taşı gibi kullanılmalıdır. Kafa size bilim, yürek ise sanat verir. Fakat varlığınızın özü bu ikisinden de ötededir ve gerçek dini verir. Din mutluluktur, vecd halidir. İşte biz bunu arıyoruz.
Sıkıntı hissi sizin içsel yolculuğa çıkmaya hazır olduğunuza dair bir işarettir. Çıkmazsanız saplanmış hissedeceksiniz. Kafanız sizi tatmin etmeyecek. Yüreğiniz size yeni bir pencere açacak, yeni bir görüş verecek. Gökyüzüne, yıldızlara, güneşe, rüzgara, yağmura, çiçeklere bu pencereden bakacaksınız. Fakat yüreğin penceresinden de çıkmak zorundasınız. Çünkü gökyüzüne pencereden baktığınızda, gökyüzü bu pencerenin şekli ile sınırlanır. Ancak içsel merkezinize ulaşınca tüm sınırlar yok olur. Sınırsıza, sonsuza, limitsize girersiniz. Bu sonsuzluğa Tanrı denir.
Sıkıntı kutsamadır. Tanrıyı arayış için bir teşviktir. Batı gelebileceği son noktaya geldi ve saplandı. Batı başarısız oldu. Doğu ise olmadı ve olmayacak. Artık Doğu ile Batının karşılaşma zamanı geldi. Ben akla karşı değilim. Akıl size ne verebiliyorsa kullanılmalıdır. Fakat ondan veremeyeceği şeyleri istemeyin. O size bir anlam, mana, değer veremez. O size sonsuz çiçek açışını, aydınlanmayı veremez. Bunu ancak meditasyon verebilir. Bu ancak kendi öz benliğinizi keşfetmeniz ile mümkündür. Hiçbir zaman doğmamış ve ölmeyecek olan öz benliğinizi, sonsuzluğunuzu, kendi sonsuz varlığınızı bulmanızla mümkündür.
Sıkıntıyı sonsuza atlama taşı olarak kullanın. O zaman minnettar olacaksınız. Hatta acı dolu, ıstıraplı, sıkıntılı anlarınız için bile minnet duyacaksınız.
Bilge insan acıyı bile mutluluğa dönüştüren insandır. Aptal kişi ise tüm mutluluk olanaklarını yok etmeye devam eder. İçinde cennet yaratabilecek enerjiden mutsuzluk yaratır. Cennet zaten orada sadece yüz seksen derece dönmeniz gerekiyor.
Otuz yıl meditasyondan sonra Bodhisatva aydınlamaya ulaşır. Ve geleneksel olarak ustasının yanına cübbesini almaya gider. Fakat bu çağdaş bir hikaye olduğundan ustası ona cübbe yerine üzerinde öğütlerin yazılı olduğu bir kağıt verir.
Kağıtta şunlar yazılıdır:
1- İntihar etmeye karar vermedikçe hiçbir Müslüman ülkesinde "En-el Hak" deme.
2- Ortadoğu'ya gittiğinde "Ben Tanrının oğluyum" deme, aksi takdirde Yahudiler İsa'ya çaktıkları çivilerin parasını isterler.
3- Amerika'da iken ben aydınlandım deme, aksi takdirde vergi almak isterler.
4- İtalyan öğrenci kabul etme, aksi takdirde aşramın bir restorana döner.
5- Hindistan'a gitme pazar zaten dolu.
6- Öğrencilerine herhangi bir espri yapma. "Biz bunu Bhagwan'dan duymuştuk zaten" derler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder