Çocuklarımıza daha ahlaklı ve dindar olmayı nasıl öğretebiliriz?

"Bhagwan, Çocuklarımıza daha ahlaklı ve dindar olmayı nasıl öğretebiliriz?"
 
Bilinecek ilk şey bunu çocuklarımıza öğretemeyeceğimizdir. Çünkü onlar Tanrıya sizden daha yakın durumdalar. Tanrının evinden yeni geldiler ve oranın güzel kokusunu hala üzerlerinde taşıyorlar. Siz ise onu tamamen unuttunuz. Onlar ise henüz unutmadı. Unutmaları biraz zaman alacak. Sizin oluşturduğunuz ortam nedeniyle bu özellikleri yok edilecek. Sen bana aslında 'Onların dindarlığını, içlerindeki güveni, içtenliği ve zekayı nasıl yok edebilirim?' diye soruyorsun. Zeka tüm ahlakın ve dinin asıl kaynağıdır ve çocuklar sizden daha zekidir. Onlara öğreteceğiniz yerde onlardan öğrenin. Onları izleyin. Onların doğallığını, uyanıklığını, hayatla ve neşeyle dolu oluşlarını, sevinçlerini, meraklarını, huşu ve hayranlıkla dolu oluşlarını izleyin.
Asıl din, hayranlık ve huşudan kaynaklanır. Hayranlık ve huşu hissediyor iseniz dindarsınızdır. Gita'yı, İncil'i, Kuran'ı okuyarak değil, huşu hissederek dindar olunur. Yıldızlarla dolu bir gecede, gökyüzünü gördüğünüzde kalbinizde bir dans hissediyor musunuz? Varlığınızdan bir şarkı yükseliyor mu? Yıldızlar ile aranızda bir paylaşım hissediyor musunuz? Hissediyor iseniz dindarsınızdır. Kiliseye, tapınaklara giderek dindar olunmaz. Kalbinizde herhangi bir etki uyandırmayan ödünç alınmış ilahileri tekrar etmekle dindar olunmaz. Din varoluş ile aranızdaki sevgi olayıdır. Ve çocuklar zaten bunun içerisindeler. Sizin yapmanız gereken bunu yok etmemek. Onların bu hayranlıklarını, içtenliklerini, güvenlerini ve zekalarını muhafaza etmelerini sağlayın. Fakat bu soruyu sorarak bunu yok etmek istiyorsunuz. Din öğretilemez ancak yakalanabilir. Siz dindar mısınız ki çevrenize dindarlık yaymaya çalışıyorsunuz? Çocuklar sadece sizin varlığınızdan öğrenirler. Eğer sizi bir günbatımında sevinç gözyaşları içerisinde görürlerse etkileneceklerdir. Sessizlik hissedeceklerdir. Sessiz ol demenize gerek yok. Gözyaşlarınızı görürler ve sessizleşirler. Gözyaşlarınızı görür ve anlarlar. Gözyaşlarınızdaki kutsallığı görürler. Kendilerince bir sessizlik yaşarlar ve bu güzellikleri izlerler.
Sizi sabah yeni açmış kokularını yayan bir gülün çevresinde gördüler mi? O zaman soracaklardır "Biz de katılabilir miyiz, sizinle dans edebilir miyiz?" diye.
Fakat gerçek durum farklıdır. Onlar dans etmek istediği zaman siz "Bırak bu saçmalığı, benimle tapınağa gel. Gülleri de kopar Tanrıya sunalım." dersiniz. Bu din midir? Onlar zaten Tanrıya sunulmuştu. Güneşin altında meltemle beraber dans ediyorlardı. Onları kopararak öldürüp, ölü bir Tanrıya sundunuz.
Çocukların zekasını izleyin ve bir parıltı gördüğünüzde, onun tadına varın. Ve onlara şöyle söyleyin:
"Bu takip edeceğin yol olmalı."
Altı yaşında iki çocuk soyut bir resmi inceliyorlardı. Bir tanesi resimdeki büyük lekeye baktıktan sonra şöyle dedi "Çabuk kaçalım yoksa biz yaptık sanacaklar."
Baba işten gelir ve çocuğunun mutsuz bir şekilde kapıda beklediğini görerek ne olduğunu sorar. Çocuk yanıtlar "Aramızda kalsın ama karınla hiç geçinemiyoruz."
Çocuk okuldan dönünce annesi sorar "Bu gün ne öğrendiniz yavrum?"
Çocuk yanıtlar "Hiçbir şey, yarın yine gitmek zorundayım."
Gerçek din inançlar değil deneyimdir. Onları gerçekten seviyorsanız bırakın kendi yollarını kendileri seçsinler. Onlara şükran duygusunu verebilirsiniz. Bunu da ancak sizin varlığınızda görürlerse alabilirler, yakalayabilirler. Meditasyon yaptığınızda, sizdeki aurayı, sizden yayılan titreşimleri görürler ve ilgilenirler.
Ahlak aslında dinin yan ürünüdür. Ve din insan ancak yürekten hissediyor ise ortaya çıkar. Varoluş ile aranızda bir paylaşım oluşur. Olay aslında şu yapılmalı bu yapılmamalı olayı değil; sevgi ve şefkat olayıdır.
İç sessizliğinden yükselerek tüm varoluşu kucaklayan bir şefkati yaşayan birisi nasıl olur da birisini öldürebilir, zalim olabilir veya yok edebilir? Sessizlik ve mutluluk içerisinde olduğunuzda herkesi kutsamaya başlarsınız. İşte gerçek ahlak budur. Bu durumda olmadan ahlak kurallarına uymaya çalışmak sadece iki yüzlülük yaratır, -mış gibi yapan suni insanlar yaratır, bölünmüş insanlar yaratır.
Üç kadın genel zihin kontrolü için psikiyatriste giderler. Psikiyatrist sırayla serbest çağrışım testine başlar ve sırasıyla sormaya başlar: "Mavi deniz, mavi gökyüzü, beyaz bulutlar, parlayan kumlar, gökyüzünde parıldayan güneş, bunlar size ne düşündürüyor acaba?"
İlk kadın "Çok güzel bir tablo" der. Kadın ressamdır. Psikiyatrist "Siz normalsiniz gidebilirsiniz" der.
İkinci kadın gelir ve psikiyatrist yine aynı şeyleri söyler ve sorar. Kadın "Yaz tatili" der. Kadın öğretmendir. Psikiyatrist "Siz de normalsiniz gidebilirsiniz" der.
Üçüncü kadın gelir ve psikiyatrist yine aynı şeyleri söyleyip sorar. Kadın "Erkek cinsel organı" diye yanıt verir. Psikiyatrist çok şaşırırak " Çıldırdınız mı? Size bunu düşündüren nedir?" der. Kadın "Çıldırmadım doktor, sadece katolik bir rahibeyim. Bu benim her zaman düşündüğüm şey." diye yanıtlar.
Kilisede bir Pazar ayininde rahip vermenin faydalarından bahsederken, küçük Pierino ayağa kalkar ve şöyle der "Benim babam da her zaman verdikçe vermelisin der."
Rahip hoşnut bir şekilde "Yavrum senin baban da çok dindar ve iyiliksever biri olmalı. Söyle bakalım ne iş yapıyor?"
Pierino " Boksör."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder