Benim buradaki tüm çabam daha iyi bir hayat için. Tanrı kutlayış demektir. Çevrenize bakarsanız, tüm varoluşun aralıksız bir kutlamada olduğunu görürsünüz. Bu kutlayışın parçası olmak dindar olmaktır.
Bir yerde duymuştum: İsmaili Müslümanlarının lideri Üçüncü Ağa Han şöyle demiş "Tanrı'nın iyi şeyleri sadece günahkarlar tadına varsın diye yarattığını düşünmüyorum."
Ağa'ya kesinlikle katılıyorum. Günahkarlar hayatın tadına varabilir, azizler manastır denilen hapishanelerde yaşamalıdır. Bu çok aptalca. Yemezler, hatta tadına bile bakamazlar. Güzel müzik dinleyemezler çünkü müzik hislere hitap eder. Dans edemezler çünkü dansın özü sekstir. Şarkı söyleyemezler çünkü şarkı da cinselliğin bir çeşit ifadesidir. Zaten hayatın derinine izlerseniz seksin içerisinden doğduğunu görürsünüz.
Dindar diye adlandırılan insanlar hemen hemen ölü gibidirler. Ben bu çeşit bir varoluşa karşıyım. Ben hayata hayır değil, evet denmesinden yanayım. Hayatı tüm çeşitliliği, zenginliği ve boyutları ile bir bütün olarak kabul edin.
Beden dünyaya aittir. O sizin düşmanınız değildir. Beden şeytanın bir aracı değildir. Şeytan paranoyak zihinlerin yarattığı bir kavramdır. Şeytan korkular yüzünden hayat buldu. Fakat bu gün Tanrı bile korkudan dolayı var. Bu gerçek Tanrıyı bilmemekten dolayı böyle. Gerçek Tanrı sevgi ve neşeden doğar. Gerçek Tanrıyı, daha hassas ve hayata daha açık olarak deneyimleyebiliriz. Gerçek dindarlık bu dünyada yakalanabilir. Çünkü Tanrı bu dünyada gizli.
Hallacı Mansur'un "Ben Tanrıyım" demesi, dindar geçinen insanların egosunu incitti. Ve dindar geçinen insanlar tarafından da öldürüldü. Ona anlayış göstermediler. Ama O "Ben Tanrıyım, sen değilsin." demiyordu ki. O her şeyin kutsal olduğunu söylüyordu. Dinlerin çoğunda anlayış yok. Sanki öldürerek ikna edebilecekmiş gibi davranıyorlar.
Eğer Hallacı Mansur Hindistan'da yaşamış olsaydı yüzyıllardır insanlar ona tapacaklardı. Çünkü bu Hint kutsal metinlerinde adı geçen "Aham Brahmasmi" durumudur. "Ben en yüce benliğim" anlamını taşır. Mansur en büyük sufilerden biridir.
Derinlemesine ve berrak olarak incelerseniz eğer, bu dünyanın dindar diye bilinen insanlar yüzünden acı çektiğini göreceksiniz. Ben gerçek azizlere karşı değilim. Onlar zaten hayatı sevdiler.
Hıristiyanlar İsa'nın hiç gülmediğini söylerler. İsa'yı hep üzgün bir yüzle çizdiler. Kiliselerdeki İsa yanlış İsa. Gerçek İsa neşeli bir kutlayış insanıydı. Aksi zaten mümkün değildir.
İsa'yı asıl öldüren kilisedir. Yahudiler onu öldüremedi sadece çarmıha gerdi. Fakat Hıristiyanlık bunu başardı. Onu organizasyonlarla, inaklarla, dualarla öldürdüler. Düşmanlarının başaramadığını, izdeşçileri başardı. Hıristiyanlık bu gün ölü bir dindir. Çünkü içerisindeki sufi ruhunun yaşamasına izin vermedi. Sufizm aslında hiçbir dine ait değildir. Sufi ruhu; daha fazla sevgi daha az akılcılıktır. Zaten Tanrı da akıldışıdır ve böyle olduğu için de güzeldir.
Dünyada hiçbir şey Tanrıyı tasvir edemez. Tanrı sembollerle ifade edilemez. O sadece saf, dingin bir bilince yansır. O biçimsiz olandır, isimsiz olandır. Lao Tzu şöyle demiştir "Onun ismini bilmiyorum -kimse bilmez- bu yüzden ona Tao diyeceğim." Gerçek Tanrı sizi yarattı, yanlış Tanrı ise sizin tarafınızdan yaratıldı. Bu gün putlara karşı olan Müslümanlar bile Kabe ile kendi putlarını yarattılar. Zavallı insanların, hayat boyu para biriktirip siyah bir taşı öpmek için hacca gitmesi başka ne manaya gelir?
İnanışlar farklı olabilir, ancak Tanrı kelimesinin özü aynıdır. Hindistan'ın ünlü azizlerinden Kabir kutsal bölge olan Varanasi'de yaşadı. Hindistan'da burada ölenlerin direkt cennete gideceğine inanılır. Her yıl binlerce insan sırf ölmek için buraya gelir.
Ünlü aziz Kabir tüm hayatı boyunca Varanasi'de yaşadı. Ancak tam öleceği zaman, ölüm döşeğinden kalkarak Varanasi'den gitmek istediğini söyledi. Tabii ki tüm izdeşçileri çok şaşırdılar. Ustalarının, kutsalların en kutsalı Şiva'nın* kenti Varanasi'yi bırakarak Maghar'a gitmek istemesine bir anlam veremediler. Maghar, Kashi'nin yanında ufak bir köydü. Ve geleneğe göre Maghar'da ölenler bir eşek olarak tekrar doğacaklardı. Tabii ki ustalarını vazgeçirmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Bu sefer ustalarına bunun sebebini sordular. Kabir şöyle dedi "Eğer Maghar'da öldükten sonra cennete gidersem bu durum bana özel ve değerli bir durum olacak. Ben sadece kendime güveniyorum." Ve ölürken izdeşçilerine şöyle dedi: "Sadece kendinize güvenin. Ben Kabir'in takipçisiyim bu yüzden cennete gideceğim diye düşünmeyin. Cennet bu kadar ucuz değil."
Hıristiyan veya Müslüman olarak doğmanız sizi kurtarmaz. Aksi takdirde kurtuluş bir tür zorlayıcılık niteliği taşırdı. Bunu sizin istemeniz gerekir. İsa'nın şu sözlerini hatırlayın "İsteyin, verilecektir. Kapıyı çalın, açılacaktır."
* Şiva Hindistan'da tapınılan başlıca üç Tanrı'dan -bir anlamda nitelikten- biridir. Bunlar 1-Brahma: Yaratıcı nitelik 2-Vişnu: Yaradılışı devam ettiren, koruyucu nitelik 3-Şiva: Yok edici nitelik. Burada yok etmenin bildiğimiz anlamından farklı anlamlar da yüklendiğini göz önüne almamız gerekir. Bu üç Tanrı'nın ötesinde, değişmeyen, niteliklerin ötesindeki mutlak Brahman yer alır. Hindistan'da yaradılışta yer alan dinamikleri birer Tanrı sembolüyle ifade etme geleneği var olagelmiştir. Hint Astrolojisi -Jyotish- de hayatı açıklamak için birçok dinamiği sembollerle ifade eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder