Ermiş Prens
25 Ocak I947'de doğan Hanover Prensi, Prens Welf son Alman İmparatorunun torununun torunuydu. Babası Prens Georg Wilhelm gibi, Hanoverli İngiliz krallarının soyundan geliyordu. Annesi, Yunan Prensesi, Prenses Sophia ise İngiliz Prens Philip Mountbatten'in kızkardeşiydi.
Prens Welf eğitimini Almanya'daki Salem School ve kuzeni Prens Charles'ın da okuduğu, İskoçya'daki Gordonstoun gibi bir çok özel okulda gördü.
Prens zamanla aristokrat tarzdaki yetiştiriliş biçiminden uzaklaşmaya başladı. Tubingham Üniversitesi'nde ekonomi ve eğitim okuduktan sonra bir prenses değil de sıradan bir vatandaş olan, aynı okulda okuyan kız arkadaşıyla evlendi. Kısa zaman sonra Prens Welf ve karısı Wibke, terapi guruplarına katılmaya başlayıp, daha sonra da Zist Terapi Enstitüsü'ne geçip, orada terapi gruplarını yönettiler. Daha sonra Zist'te Bhagwan Shree Rajneesh'in meditasyon yöntemleriyle tanışıp, iki sannyasinin yönettiği gruba katıldılar.
Prens Welf'in Üniversite bitirme sınavlarından hemen önce, Prens, Wibke ve beş yaşındaki kızları Tania Almanya'dan ayrılarak karayolundan Hindistan'a gittiler. Bhagwan Shree Rajneesh'in Poona'daki aşramına 1975 yılının Aralık ayında vardılar.
Tüm aile, Tania'nın liderliğinde 16 Aralık 1975'te sannyas aldı. Bhagwan Prens'e Swami Anand Vimalkirti ismini verdi. "Anand" mutluluk, "Vimalkirti" ise özün saflığı anlamına geliyordu.
8 Ocak 1981'de, Vimalkirti karate ısınma hareketleri yaparken beyin kanaması geçirerek komaya girdi. 5 gün boyunca Poona hastanesinde solunum cihazlarına bağlı olarak yaşadı. Annesi Prenses Sophia ve kardeşi Prens Georg, onun yanında olabilmek için Almanya'dan Poona'ya uçtular.
Uzun seneler boyunca edindiği meditasyon deneyimleri, Vimalkirti'ye bedeni, zihni ve kalbiyle olan tüm bağlarının ötesine geçebilecek farkındalığı sağladı. 9 Ocak gecesi aydınlanarak, ertesi sabah bedeninden ayrıldı. Ailesi, tüm dostları ve komün üyelerinin katıldığı bir kutlama sırasında, Bhagwan, ustanın, öğrencisiyle paylaştığı sevgisinin bir göstergesi ve veda jesti olarak, Vimalkirti'nin kalbinin üzerine güller bıraktı. Dans edip, şarkılar söyleyen binlerce sannyasin, Vimalkirti'nin bedenine, yakılacağı tören yerine kadar eşlik ettiler. "Bir Prens gibi gitmesine izin verin" dedi Bhagwan. "O bir prensti. Sannyasinlerimin her birisi birer prenstirler."
13 Ocak günü, Vimalkirti'nin ailesi, babası Prens Georg'un da katılımıyla, Mavi Tuna Vals'i eşliğinde küllerini aşrama geri getirdiler. Küller böylece, mermer bir anıtın içinde, aşramın ağaçlık, sakin bir köşesinde yerini bulmuş oldu.
"O bir prensti. Aristokrasi doğuştan gelen değil, kalbin niteliğiyle ilgili bir özelliktir. Ve bana göre O, dünyanın en ender, en güzel ruhlarından birine sahipti."
Sevgili OSHO,
Vimalkirti'ye neler olduğu hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?
Vimalkirti'ye hiçbir şey olmuyor - tam olarak hiçbir şey çünkü hiçbir şey nirvana'dır. Batının hiçliğin güzelliği hakkında hiçbir fikri yoktur. Batının tavrı tümüyle dışa dönük, nesneler ve olaylara endekslidir. 'Hiçbir şey' kulağa boşluk gibi geliyor ama işin aslı hiç de öyle değildir.
Bu Doğunun en büyük keşiflerinden biridir: hiçlik boşluk demek değil aksine boşluğun tam tersi demektir. Dopdolu olmak, taşmak anlamındadır.
'Hiçbir şey' sözcüğünü farklı yerleştirdiğinizde karşınıza 'hiç birşey' çıkacak ve geştalt değişimlerinde olduğu gibi anlam bir anda değişecektir.
Hiçlik sannyasin hedefidir. Kişi hiçbir şeyin olmadığı bir yere gelebilmelidir: tüm oluşlar yok olur. Yapma yoktur, yapan yoktur, arzu yoktur, hedef yoktur. Kişi yalnızca varolmaktadır, bilincin sularında en ufak bir kıpırdanma, en küçük bir ses bile kalmamıştır.
Zen yolundakiler bu duruma 'tek elle el çırpma sesi' derler. Tek elle el çırpmak tabii ki ses çıkartamaz, bu sessiz sestir, omkar yani yalnızca sessizliktir. Ama sessizlik boş değildir, aksine dopdoludur. Tamamen sessiz olduğunuz, hiçlikle tamamen uyum içinde olduğunuz an, bütünlük içinize yerleşir, her şeyin ötesindeki alem içinize nüfuz eder.
Ancak Batı zihni tüm dünyayı kendi gücünün ötesine itmiştir: hepimiz birer işkoliğe dönüştük. Benim tüm yaklaşımım ise sizlere sıfır olma yolunda yardım etmeye dayalıdır. Yaşamın en kusursuz deneyimi sıfırdır; bu en yüksek haz ve mutluluk deneyimidir.
Vimalkirti kutsandı. O asla şaşmayan, burada geçirdiği sürenin tamamında doğruluğu daima bütün olan, seçilmiş sayılı sannyasinlerimden birisiydi. Asla bir soru sormadı, asla bir mektup yazmadı, asla bir sorunla bana gelmedi. Öyle bir güven duyuyordu ki yavaş yavaş benimle bütünleşmeye başlamıştı. O en ender yüreklerden birine sahipti; yüreğin bu niteliği dünyada kalmamış durumda. O gerçek bir prens, gerçek bir asil, gerçek bir aristokrattı. Aristokrasi doğuştan gelen değil, kalbin bir niteliğiyle ilgili bir özelliktir. Ve bana göre O, dünyadaki en ender, en güzel ruhlardan birine sahipti.
Onun hakkında, 'Neler oluyor?' sorusunu sormak çok yersizdir.
Tabi ki insan, yetiştirilme biçiminden kaynaklanan, özellikle de Almanlar için geçerli olan, eski düşünce yöntemlerine doğru bir eğilim gösteriyor. Şöyle duymuştum:
Küçük Joey annesinin evden ona seslendiğini duyduğunda bir ağacın altında oturuyordu, "Joey ne yapıyorsun?"
"Hiçbir şey, anne" diye yanıt verdi.
"Yo, gerçekten Joey, ne yapıyorsun?"
"Hiçbir şey dedim ya."
"Bana yalan söyleme! Ne yapıyorsun söyle çabuk!"
Bu noktada Joey, derince iç çekip yerden küçük bir taş aldı ve biraz uzağa fırlatarak annesine,
"Taş atıyorum" diye seslendi.
"Ben de bunu yaptığını sanıyordum zaten! Şimdi hemen buna bir son ver!"
"Tanrım" diye kendi kendine söylendi Joey, "bugünlerde kimse hiçbir şey yapmamana izin vermiyor."
Mutlaka bir şey yapılmalı...kimse bana inanmıyor, siz de Vimalkirti hiçbir şey yapmıyor, yalnızca varoluyor dediğimde bana inanmayacaksınız.
Beyin kanaması geçirdiği gün onun için biraz endişelenmiştim, bu yüzden doktor sannyasinlerime onun en azından yedi gün boyunca hayatta kalmasını sağlamalarını söyledim. O kadar güzel, o kadar iyi gidiyordu ki, işi yarım bırakarak gitmemeliydi. Tam kıyıda duruyordu ve yalnızca küçük bir itkiyle o her şeyin ötesindeki aleme ait olacaktı.
Bana yaşamı yapay yollarla sürdürmekle ilgili birçok soru yöneltildi. O şu anda yapay solunum yapıyor. Yoksa o gün ölmüş olacaktı, neredeyse ölüyordu da. Bu yapay yollar olmasaydı gerçekten başka bir bedene, başka bir rahme girmiş olacaktı. Ama geri geldiğinde ben burada olmayacaktım. Kendine başka bir usta-hele benim gibi çılgın bir usta- bulup bulamayacağını kim bilebilirdi? Hem ayrıca birisi benimle böyle derin bir bağ kurduktan sonra başka bir ustayla yapamayacak çünkü diğer ustalar ona fazlasıyla düz, sıkıcı ve cansız gelecektir.
Bu yüzden biraz daha kalmasını istedim. Başardığı son şey, yapmakla hiçbir şey yapmama durumu arasındaki sınırı aşmak oldu. Onun hala içinde olan o 'bir şeyler' yokoldu. O artık hazır, artık ona veda edebilir, bunu kutlayabilir, onu layıkıyla uğurlayabiliriz.
Ona müthiş bir mutlulukla iyi yolculuklar dileyin. Danslarınız ve şarkılarınızla birlikte gönderin onu.
Onu görmeye gittiğimde aramızda gerçekleşenler şunlardı: gözlerim kapalı olarak yanında bekledim. Müthiş mutluydu. Bedeni artık tamamen kullanılmaz durumda. Cerrahlar, beyin cerrahları ve diğer doktorlar endişeliydi; tekrar tekrar kafamda neler döndüğünü, onun hayatta kalmasını neden istediğimi sorup duruyorlardı. Onlara göre bu anlamsızdı çünkü bir şekilde kurtulmayı başarsa bile, beyni asla düzgün çalışamayacaktı. Ben de onun bu durumda olmasını istemeyeceğime göre gitmesi daha iyi olurdu.
Neden onun yapay yollarla solunumunu sürdürmesini istediğim konusunda endişeliydiler. Bazen kalbi bile duruyor, yapay olarak yeniden çalıştırılması gerekiyordu. Dün böbrekleri iflas etmeye başladı ve içeride büyük bir ödem oluştuğu için kafatasında bir delik açılmak zorunda kalındı. Bu doğuştan gelme, olması gereken, bedeninin programına dahil bir durumdu.
Ama o çok güzel idare etti: ölüm gerçekleşmeden önce bu yaşamı o en yüce çiçeklenme için kullandı. Geriye çok az bir şey kalmıştı: dün gece o da yokoldu.
Dün gece ona, "Vimalkirti, artık herşeyin ötesine benim kutsamamla gidebilirsin" dediğimde sevinçten neredeyse haykırdı, "Haarika!"
"O kadar da değil" diyerek ona bir öykü anlattım.
Bir karga bir kurbağayla karşılaşıp anlatmaya başlamış:
"Cennette müthiş bir parti verilecek!"
Kurbağa kocaman ağzını açıp, "Haarika!" demiş.
Karga devam etmiş,' Müthiş yemek ve içecekler olacak."
Kurbağa yine, "Haarika!" diye yanıt vermiş.
"Güzel kadınlar gelecek ve Rolling Stones da canlı olarak çalacak."
Kurbağa ağzını daha da açıp haykırmış, "Haarikaa!"
Ve karga eklemiş, "Ama büyük ağızlı hiç kimse içeri alınmayacak."
Bunun üzerine kurbağa dudaklarını sıkıca büzüp şöyle mırıldanmış, "Zavallı timsah. Büyük hayal kırıklığına uğrayacak!"
Vimalkirti kusursuz bir güzelliğe sahip. O başka bir bedene dönmek zorunda kalmayacak çünkü uyanmış olarak, bir budalık durumunda gidiyor.
Bu nedenle hepiniz canlanmalı, dans edip, şarkılar söylemeli ve bunu kutlamalısınız. Yaşamı ve ölümü kutlamayı öğrenmeniz gerek. Yaşam gerçekten ölümün olabileceği kadar müthiş değildir; ancak ölümün müthiş olabilmesi için kişinin dördüncü etaba, turiya'ya erişmesi gereklidir.
Normal olarak beden, zihin ve kalple özdeşleşmekten kopmak güçtür ama Vimalkirti için bu çok kolay gerçekleşti. O bu özdeşleşmeyi noktalamak zorundaydı çünkü beden zaten ölmüştü- beş gündür ölüydü. Beyin iflas etmiş, kalp ise uzaklara gitmişti.
Geçirdiği kaza yalnızca dışarıdan bakanlar için bir kazaydı ama Vimalkirti'nin kendisi için belli ki üzeri örtülmüş bir kutsamaydı. Böyle bir bedenle kendinizi daha fazla özdeşleştiremezsiniz: böbrekler çalışmıyor, solunum çalışmıyor, kalp çalışmıyor, beyin tamamen zarar görmüş. Böyle bir bedenle nasıl özdeşleşebilirsiniz? Bu imkansız. Yalnızca biraz açıklıkla kendinizi ayırabilirsiniz ve o bunu yaptı çünkü bu kadar açıklığa sahipti, bu kadarını geliştirmişti. Bu yüzden anında farkına vardı ki, "Ben beden değilim. Ben zihin değilim. Ben kalp de değilim." Bu üçünü geçebildiğiniz zaman dördüncü etap, yani turiya'ya erişirsiniz ve o sizin gerçek doğanızdır. Ona bir kez erişildiğinde bir daha asla kaybedilmez.
O benim fıkralarıma bayılırdı. Bu onun için son konuşma olduğuna göre bu fıkra da onun için:
İtalyan bir çift aceleyle hastaneye gidiyordu çünkü kadın doğum yapmak üzereydi. Fakat yolda korkunç bir kaza oldu ve adam komaya girerek hastaneye kaldırıldı.
Kendine geldiğinde ona üç aydır komada olduğunu, karısının iyi olduğunu ve biri kız, biri oğlan ikiz babası olarak gurur duyması gerektiğini söylediler.
Mümkün olduğu kadar yakın zamanda hastaneden ayrılıp ailesine koştu ve evde bir süre geçirdikten sonra karısına çocuklara ne isim koyduklarını sordu.
Karısı yanıt verdi: "İtalyan geleneklerine uyarak isimlerini ben koymadım. Yeni doğan bebeklerin ismini koymak erkeğin işidir ama sen komada olduğun için bu görev oğlan kardeşine düştü."
Bunu duyan koca oldukça üzgün bir şekilde şöyle dedi, "Oğlan kardeşim tam bir salaktır! Onun dünyadan haberi yoktur! Çocuklara ne isim koydu?
Karısı, "Kız olana Denise ismini koydu" diye yanıt verdi.
"Hey, bu fena değil" dedi koca. "Peki ya diğer bambino?"
"Oğlanın ismiyse De-nephew* oldu"
...Bunlar benim felsefemin üç öğesi: yaşam, aşk ve kahkaha. Yaşam yalnızca bir tohumdur, aşk bir çiçektir, kahkaha ise bir kokudur. Yalnızca dünyaya gelmiş olmak yetmez, kişi yaşam sanatını öğrenmelidir; bu meditasyonun A'sıdır. Daha sonra kişi sevme sanatını öğrenmelidir; bu ise meditasyonun B'sidir. Ve sonra kişi gülme sanatını öğrenmelidir; bu da meditasyonun C'sidir ve meditasyonun yalnızca üç maddesi vardır: A,B,C.
Bugün Vimalkirti'yi en güzel şekilde uğurlamalısınız. Onu kahkahalarla uğurlayın... O burada, sizin gülümseyişlerinizde, kahkaha atışlarınızda bizimle birlikte olacaktır. O burada, çiçeklerin, güneşin, rüzgarın, yağmurun içinde yaşayacaktır, çünkü hiçbir şey yokolmaz, hiç kimse gerçekten ölmez, yalnızca sonsuzluğun bir parçası haline gelir.
Bu yüzden gözlerinizde yaşlar hissetseniz bile bırakın bunlar sevinç gözyaşları olsun, onun elde ettiği başarının sevinç gözyaşları... Kendinizi, onu nasıl özleyeceğinizi düşünmeyin; onu, nasıl tamamlandığını düşünün.
Benim yaklaşımım tamamen kutlama üzerinedir. Benim için din kutlamanın tüm tayfı, tüm gökkuşağı, tüm renkleridir. Bunu kendiniz için büyük bir fırsat olarak değerlendirin çünkü onun aramızdan ayrılışını kutlarken bir çoğunuz daha büyük yüksekliklere, varoluşun yeni boyutlarına erişebileceksiniz; bu mümkün olacaktır. Bunlar kaçırılmaması gereken anlardır; bunlar kapasitelerinin son damlasına kadar değerlendirilmesi gereken anlardır.
* İngilizce'de 'niece' (Denise'teki 'nise' ile okunuşu aynıdır) kız yeğen anlamına nephew ise erkek yeğen anlamına gelmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder