Gerçek Dindar

 

Gerçek bir dindar her zaman yanlış anlaşılacaktır. Onun hakkında ne söylerseniz yanlış olacaktır. Çünkü yanlış olan sizsiniz.

Onun için iyidir derseniz yanlış olacaktır çünkü o aynı zamanda kötüdür de. O çelişkiseldir. Tanrı da çelişkisel bir nitelik taşır. Zihnin ötesine geçmediğiniz sürece dinsel bilincin ne olduğunu hissedemezsiniz.
Asıl din tekdir. Din isimleri ve tarikatlar ise sadece biçimlerdir. Din bir miras gibi size geçen bir şey değildir. O kendi içinizde bulunacak bir şeydir. Kişisel bir büyümedir. Din gerçekle kişisel bir karşılaşmadır. O kişisel bir arayıştır, toplumun bir parçası değildir.
Ben bir Cayna (Cayn dini izdeşçisi) olarak doğdum. Tabii Cayna olmam için zorladılar. Nasıl böyle nadir bulunan bir dine mensup olmazdım? Fakat başarısız oldular. O zaman bana kızdılar. Onlardan olmadığım için, onlara karşı olduğumu düşündüler. Cayn dini Hinduizm'den, Vedalardan bile eski bir dindi. Hatta Rig Veda'da Cayn Tirthankaralarından* saygıyla bahsetmekteydi. Onlar Aryanlardan önce Hindistan'a gelmişlerdi. En eski dindi. Tabii bu, aynı zamanda en ölü din anlamına geliyordu. Fosilleşmişti. Bir Cayn azizinden daha ölü bir insan bulamazsınız.
Gerçek bir sessizlik insanı hiçbir toplumun üyesi olmaz. O doğanın bir parçasıdır, toplumun değil. Mahavira çıplak yaşamıştı. Yirmi yıl konuşmadan yaşadı, çünkü dil topluma aitti. Gerçek dindar insanlar herhangi bir kurumun parçası olmazlar. O zaman kanatlar kesilir ve altın kafesin içinde olursunuz.
Siz bir dinin içinde doğmazsınız ancak din sizin içinizde doğar. İsa'nın bir bakireden doğmasının asıl anlamı budur. Meryem'in bakireliği semboliktir. Burada şiirsel bir gerçeklik vardır, mantıksal bir gerçeklik olarak algılanmamalıdır. Müslümanlara sorarsanız benim Müslüman olmadan, Kuran ve Sufizm hakkında konuşmam yanlıştır. Fakat Kuran'ın Arapça'yla bir işi yoktur. Onun işi yürekledir, sessizlikledir, lisanla değil.
Gerçek din, içinde kaybolduğunuz uçsuz bucaksız bir duygudur, geriye sadece varoluş kalır. Din içsel bir devrimdir, mutasyondur.
İnsanlar anlamadıkları şeyleri yüceltiyorlar. Çünkü gizemli bir şey olduğunu düşünüyorlar. Ben anlayamıyorsam gerçekten zeki bir insan olmalı diye düşünüyorlar.
Hegel'in kitaplarını okursanız ne yaptığını görürsünüz. Her şeyi olabildiğince zorlaştırmış. Zor değil. İyi bir alıştırma. Çağdaşları bu Alman filozofun en büyük olduğunu düşündüler. Fakat zaman geçtikçe anlaşıldı ve gizem kayboldu. Değeri düştükçe düştü. Laf kalabalığından başka bir şey yoktu. Bir kelimede söyleyeceği şey için yüz sayfa kullanmıştı. Çok uzun cümleler. Cümlenin sonuna geldiğiniz zaman başını hatırlayamıyorsunuz. Tekrar tekrar okuyorsunuz. Gizemli bir durum yaratmış. Oysa gerçekten bilge insanlar basit bir dille gizemli olanı işaret ederler.
Gurdjieff'i de anlamadığı için takip eden çok fazla izdeşçisi oldu. O Hegel gibi değildi. Sadece istemediği insanların gelmesini istemiyordu. Sıkıcı, bıktırıcı bir yöntem kullandı. Ancak anlatılan gerçek basitti. Fakat herkes kendi kapasitesi kadar anlayabildi.
Sözcüklere ve etiketlere kanmayın. Size verilebilecek en güzel hediyenin hiçlik, boşluk, vakum durumu olduğunu unutmayın.

"Bhagwan,
Sevgiyi deneyimlemenin öneminden bahsettiniz. Ben hiçbir zaman derin bir sevgi deneyimlemedim. Sadece yüzeysel bağlılıklarım oldu. Ben kendimi bile sevmezken başka birisini nasıl sevebilirim? Her şeyin bir mevsimi olduğunu, zamanı geldiğinde ihtiyaçların karşılanacağını biliyorum. Bunu bir çıkmaz gibi görerek beklemekten başka yapabileceğim bir şey var mı?"
İlk önce kendini avutmayı bırak. Zihnindeki "Başka ne yapabilirim ki? O halde beklemeliyim" düşüncesi bir çeşit karamsarlık ve yenilgi içeren bir bekleyiştir. Başka bir bekleme tarzı daha vardır. Bu avuntudan değil anlayıştan kaynaklanır. Bu bekleyiş karamsarlık dolu değil, coşku doludur. Anlayış şudur "Ben tek başıma bir şey yapamam ancak Tanrı benim aracılığım ile yapabilir."
Bekleyiş şükran dolu olmalı, enerji dolu olmalı, yoğunluk dolu olmalı, aktif olmalı. Uyuşuk, güçsüz ve pasif olmamalı. Uyuşukluk içinde beklersen hiçbir zaman gerçekleşmez. Enerjin titreşsin. Tek başına ne yapabilirsin ki? Ağlayabilirsin. İzin ver, bekleyişin gözyaşı dolu olsun, yakarış dolu olsun. Sadece pasif olmasın, yoğunluk içersin. Aktif bekleyiş ile pasif bekleyişin ayrımını iyi yapmalısın.
Şöyle diyorsun "Sevgiyi deneyimlemenin öneminden bahsettiniz. Ben hiçbir zaman derin bir sevgi deneyimlemedim. Sadece yüzeysel bağlılıklarım oldu ." Yüzeysel ne demektir? O sadece bir şeyin yüzeyine dokunmak demektir. Derine gidersen derinleşir. Her yüzeyselliğin bir derinliği vardır. Aksi takdirde yüzeysellik de olmaz. Okyanusun yüzeyi, okyanusun derinliği olduğu takdirde vardır. Her yüzeysel şey, derinleşebilir. Bu tamamen sana bağlı. Dinler şöyle der; "Sonsuzu ara, anlık şeyler, geçici şeyler için aşka düşme." Fakat her geçici şey sonsuzu içerir. Her an sonsuzdur. Her an, okyanusun içindeki bir dalga gibidir. Dalgayı hor görüp ayıplama. Aksi takdirde okyanusun ne olduğunu bilemezsin.
Her türlü yargılamayı, hor görmeyi, kelimeleri bir yana bırak. "Ben kapıyı değil tapınağın kendisini arıyorum." diyebilirsin. Ancak her tapınağa da bir kapıdan girilir. Her ana, geçici şeylere saygı duymayı öğren, sonsuzluk kapını çalacaktır. Yüzeyselliği bile sev. Fizikselliği, duyulara ait olan şeyleri, cinselliği sev. Bunları ayıplama çünkü bunlar kapılardır. Bunlar sayesinde duyuların ve cinselliğin ötesinde olana geçeceksin. Bu hayatın gizemidir. Beden ruha, dünya da Tanrıya açılan kapı haline gelir.
"Derin bir sevgi deneyimlemedim." diyorsun. İnsanların, sevginin nasıl olacağına dair bir sürü düşüncesi var. Yaşamadıkları bir şey hakkında yorum yapıp, ayıplıyorlar. Sevgi hakkındaki tüm fikirleri bir yana bırak. Yüzeyselliğin ne olduğunu biliyorsun. Onun derinine git. O zaman dibe ulaşırsın. Klişeleşmiş lafları kullanmayı bırak.  Bunları çok sık duydun ve zihnine girdi. Bunlar zihnin oyunları, erteleme yolları. Oyun oynamayı bırak. Bu erteleyiş bir zehir haline gelir. Zihin arzularla, umutlarla yaşar. Arzuların devam etmesinin en iyi yolu, derin bir uyuşukluk içerisinde doğru mevsimin gelmesini beklemektir. Uyuşuk olma. İsa izdeşçilerine şöyle demiştir "Uyumayı bırakın, uyanın." Bekleyişiniz, uyanıklık içerisinde olmalı. Beklemek, bir şey yapmaya karşı değildir. Bu tarz bir bekleyiş en yüce, en ince şekilde bir şey yapmaktır. Bir şeyler yapmanın sanatıdır.

"Bhagwan,
Annenizin, sizin öğrenciniz olmaya geldiği zaman; sizin, onun ayaklarına kapandığınızı duydum. Bu beni çok heyecanlandırdı. Bu konuda biraz daha bilgi vermeniz mümkün mü? Anne mi daha yücedir, yoksa Guru-Usta- mu?"
Karşılıklı olarak, birbirlerinden yücedirler. Onlar karşılıklı olarak, birbirlerine doğum verirler. Anne fiziksel doğumu verir. İlk doğum anne aracılığı ile olur. İkinci doğum guru aracılığı ile olur. Bu sefer guru annedir! İki doğumlu olursunuz. Buna dwija denir. Anne size bedeni verir, anne dünyadır. Usta ise semadır. Fakat dünya olmadan sema olamaz. Anne size bir fırsat verir. Fakat bu sadece bir fırsattır. Bu fırsatı gerçekleştirmek için ustayı bulmak zorundasınız. Anne olmadan burada olamazsınız, usta olmadan ise burada oluşunuz anlamsız olur.
Bu ilginç bir fenomen. Bir annenin, kendi oğlunun öğrencisi olmaya gelmesi çok ender rastlanan bir durumdur. Meryem hiçbir zaman İsa'nın öğrencisi olmadı. İsa, ışığını yabancılarla paylaştı. Kendi anne ve babası karanlıkta kaldı. İsa buna üzüldü ve üzüntüsünü kızgınlık ile gösterdi.
Annem, benim yanıma öğretiye kabul töreni için geldiği zaman, çok ender bir anne olduğu için, onun ayaklarına kapandım. Onun ayaklarına kapandım çünkü bir annenin oğlunun ayaklarına kapanması çok zor ve cesaret isteyen bir şeydir. Tüm egoyu ortadan kaldıracak büyük bir riske ihtiyaç duyar. O benim annemdi ve zor bir adım atmıştı. Büyük bir cesaret göstermişti ve mutluydum. Bu yüzden önünde eğildim ve ayaklarına dokundum. Artık bana "Şunu yap, bunu yapma." demesi olanağı kalmamıştı. Ve aramızdaki ilişki olabilecek en güzel şekilde sonlandı. Onun oğlu olarak son anımdı. Bu anda aramızdaki tüm bağlar koptu. Artık ben ona tavsiyelerde bulunacaktım. Büyük bir risk alarak yanıma geldi. Ben de onun cesaretinin ve egosunu aşmışlığının önünde eğildim. Bu yeni bir ilişkinin başlangıcıydı.

" Bhagwan,
Şu bir gerçek ki; yakın ilişkilerde taraflardan biri iyi, anlayışlı, rahat ve sakin olmayı oynadığında, diğerine sinirli, gergin ve kızgın olmak kalıyor. Lütfen açıklar mısınız?"

Bu durum, ilişkilerde her zaman olan bir çeşit dengeleme. Çok sakin olur ve cenneti oynarsanız diğer taraf daha sinirli olur ve cehennemi oynar. Bu durum Sokrates ile karısı arasında yaşandı. Doğal olun. Kimi zaman üzgün, kızgın olmak iyidir, kimi zaman cenneti yaşamak iyidir. Unutmayın; hayat daima denge içerisinde var olur. İyi kadınlar kötü kocalar bulur, iyi erkekler de kötü karılar bulur.
Doğuda, gerçeği arayanlar evlenmezler. Bunun temel sebebi şudur: eğer karınızla yaşarken çok dingin, farkında bir hayatınız olursa, onun varlığını yok etmeye başlarsınız. Bu sefer o, denge kurmak için negatif olmaya başlar. Bu sefer siz, ona karşı suç işlemeye başlarsınız veya suç sizin için mümkün bir hale gelmeye başlar. Bu yüzden, doğuda gerçeği arayanlar, çağlardır bekar kalmayı seçtiler. Bu sadece şefkatten kaynaklandı. Neden başka bir insanı yok edesiniz ki?
Eğer evlendiyseniz, normal kalmanız daha iyidir. Gerçeği arayışınız, içsel meseleniz olmalı. Yalnız kaldığınız zaman meditasyon yapın. Hiçbir kadın buna anlayış göstermez. Aksi takdirde diğer tarafa karşı suç işler, onu yok etmeye başlarsınız. Doğu bu konuda haklıdır: eğer gerçek bir arayan iseniz yalnız kalmanız daha iyidir.