Tek günah farkında olmamaktır



Tek günah farkında olmamaktır ve tek erdemse farkında olmaktır.
Bilinçsiz olmadan yapılamayacak olan şey günahtır. Yalnızca bilinçli olarak yapılabilecek olan şey ise erdemdir. Farkında olduğun zaman birini öldürmen olanaksızdır; eğer farkındaysan şiddet kullanman mümkün değildir. Tecavüz etmek, çalmak, eziyet etmek; bunlar farkındalık varken olanaksız olan şeylerdir. Yalnızca farkında olmamak üstün geldiğinde, farkında olmamanın karanlığının içinde kaldığında her türden düşman senin içine girebilir.

Buda şöyle demiştir: Eğer bir evin içinde ışık varsa hırsızlar ondan kaçınır ve eğer bekçi uyanıksa hırsızlar hiç denemeye bile kalkmazlar. Ve şayet insanlar içeride yürüyor, konuşuyorlarsa ve henüz uykuya dalmamışlarsa hırsızların içeriye girmeleri ve hatta onu düşünmeleri bile imkânsızdır.
Tamamıyla aynı durum senin için de geçerli: Sen hiç ışık olmayan bir evsin. İnsanın sıradan hali mekanik bir işleyiştir: Homo mekanikus. Sadece isim olarak sen insansın, aksi taktirde eğitilmiş, becerikli bir makinesin ve ne yaparsan yap yanlış olacak. Ve unutma ne yaparsan yap diyorum; senin erdemlerin dahi farkında olmadığında erdem olmayacak. Farkında olmadığında nasıl erdemli olabilirsin? Erdeminin ardında kocaman, dehşetengiz bir ego gelecek; böyle olması kaçınılmaz.
Senin büyük bir işgücü ve gayret gerektiren öğrenilmiş, kazanılmış
azizliğin bile nafiledir. Çünkü o basitlik ve alçakgönüllülük
getirmeyecektir ve o yalnızca ego ortadan kalktığında gerçekleşen
ilahi olanın muhteşem deneyimini getirmeyecektir. Bir azizin saygı
duyulan hayatını yaşarsın ama herkes kadar zavallı olarak; içsel
olarak çürümüş, içsel olarak anlamsız bir var oluş halinde. Bu yaşamak
değil bu bitkisel hayat. Günahların günah olacak, erdemlerin de günah
olacak. Ahlaksızlığın ahlaksızlık olacak, ahlakın da ahlaksızlık
olacak.
Ben ahlak öğretmiyorum ve ben erdem öğretmiyorum çünkü farkındalık
olmadan onların sadece gösteriş, ikiyüzlülük olduğunu biliyorum. Onlar
seni yapmacık hale getirir. Seni özgürleştirmezler, seni
özgürleştiremezler. Tam tersine seni hapsederler.
Sadece tek bir şey yeterlidir: Farkındalık her şeyi açan anahtardır. O
varoluşun tüm kilitlerini açar. Farkındalık senin an be an, uyanık
halde, kendinin bilincinde olarak ve etrafında olan biten her şeye
anında yanıt verme bilinciyle yaşaman demektir. Ayna gibisin,
yansıtıyorsun. Ve bu yansıtma öylesine bütündür ki, bu yansıtmadan
kaynaklanan her eylem doğrudur çünkü uygun düşer, varoluşla ahenk
içerisindedir. Gerçekte senin içinden çıkmaz; sen onu yapan değilsin.
O tüm bağlamın içinden; koşullardan yükselir, sen ve her şey işin
içindedir. Bu bütünlüğün içerisinden eylem doğar; o senin eylemin
değildir, onu bu şekilde yapmaya sen karar vermedin. O senin kararın
değil, senin düşüncen değil, senin kişiliğin değil. Sen yapmıyorsun,
sadece onun olmasına izin veriyorsun.
Bu tıpkı güneş henüz doğmadan sabah erken yürürken yolda karşına bir
yılan çıkması; düşünecek zamanın olmaması gibidir. Sadece
yansıtabilirsin --ne yapıp yapılmayacağına karar vermek için zaman
yoktur-- aniden zıplarsın! Aniden sözcüğünü not et; tek bir an dahi
kaybedilmez; aniden yolun kenarına sıçrarsın. Sonradan bir ağacın
altına oturup üzerinde düşünebilirsin; ne oldu, nasıl yaptın. Ve kendi
sırtını çok iyi becerdiğin için sıvazlayabilirsin. Ancak, aslında onu
sen yapmadın; o oldu. O tüm bağlamın içinden çıkıp gerçek oldu. Sen,
yılan, ölüm tehlikesi, hayatın kendisini koruma gayreti... ve bin bir
tane farklı şey işin içindeydi. Bu koşulların tümü bu eyleme neden
oldu. Sen yalnızca bir aracıydın.
Şimdi, bu eylem uygundur. Onu yapan sen değilsin. Dini bir şekilde
söyleyecek olursak Tanrı onu senin aracılığınla yaptı. Dini şekilde
konuşmanın tek yolu budur, başka şekilde değil. Bütün, parça
aracılığıyla eylem yaptı.
Erdem budur. Bunun için hiçbir zaman pişman olmazsın. Ve bu gerçekten
özgürleştirici bir eylemdir. Bir kez oldu mu bitmiştir. Yeniden
eylemde bulunmak için özgürsün; bu eylemi kafanda taşımayacaksın.
Psikolojik hafızanın bir parçası olmayacak; içinde hiçbir yara
bırakmayacak. O kadar kendiliğindendi ki sende hiçbir iz bırakmayacak.
Bu eylem hiçbir zaman karmaya dönüşmeyecek. Bu eylem hiçbir zaman
sende sıyrık oluşturmayacak. Karma haline gelen bir eylem gerçekte
eylem olmayan ama geçmişten, hafızadan, düşünceden gelen bir tepkidir.
Karar veren, seçen sensin. O farkındalıktan değil farkında olmamaktan
gelir. O zaman hepsi günahtır.
BENİM TÜM MESAJIM SENİN BİR BİLİNÇLİLİĞE İHTİYACIN OLDUĞUDUR,
KARAKTERE DEĞİL. Bilinçlilik gerçek olandır, karakterse sahte oluştur.
Karakter, bilinci olmayanların ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Gözlerin
varsa bir baston kullanıp el yordamıyla yolunu bulmaya ihtiyaç
duymazsın. Eğer görebilirsen başkalarına, "Kapı nerede?" diye
sormazsın.
Karaktere gerek duyulur çünkü insanlar bilinçsizdir. Karakter sadece
bir makine yağıdır; hayatını daha yumuşak bir biçimde yürütebilmene
yardımcı olur. George Gurdjieff karakterin bir tampon olduğunu
söylerdi. Tamponlar demiryolu trenlerinde kullanılır; iki kompartıman
arasında tamponlar vardır. Bir şey olursa bu tamponlar iki
kompartımanın birbirine çarpmasını engeller. Ya da süspansiyon
gibidirler: Arabaların süspansiyonları vardır bu sayede yumuşak bir
şekilde hareket edebilirsin. Süspansiyonlar devamlı olarak şokları
emerler; onlara şok emici denir. Karakter de budur: Şok emici.
İnsanlara alçakgönüllü olmaları söylenir. Alçakgönüllü olmayı
öğrenirsen, o bir şok emicidir; alçakgönüllü olmayı öğrenerek kendini
başkalarının egolarına karşı korumayı öğrenirsin. Seni fazla
incitemezler; sen alçakgönüllü bir adamsın. Eğer bir egoist olursan
defalarca incinmen kaçınılmazdır --ego çok hassastır-- o yüzden sen de
egonu alçakgönüllülük battaniyesiyle sarmalarsın. Sana yardım eder,
belli bir yumuşaklık sağlar. Ama seni dönüştürmez.
Benim işim dönüşümü içerir. Bu simyasal bir okul; ben senin
bilinçsizlikten bilinçliliğe, karanlıktan aydınlığa geçmeni istiyorum.
Sana bir karakter veremem, sana sadece bir içgörü, farkındalık
verebilirim. Benim tarafımdan ya da toplum tarafından, kilise
tarafından, devlet tarafından belirlenmiş bir kalıba göre değil, an be
an yaşamanı isterim. Senin kendi küçük farkındalık ışığına göre, kendi
bilincine göre yaşamanı isterim.
Her ana cevap vermeye hazır ol. Karakter senin hayatın her türlü
sorusuna verilecek belirli bir hazır cevabının olması demektir, yani
ne zaman bir durum ortaya çıksa belirlenmiş kalıplara göre karşılık
veriyorsun. Kullanıma hazırlanmış cevaplarla karşılık verdiğin için o
doğru yanıt olmuyor, o sadece bir tepki oluyor. Karakteri olan kişi
tepki verir, bilinci olan kişi ise yanıt verir: Durumu içine alır, onu
yansıtır ve bu yansıtmadan çıkarak eylemde bulunur. Karakteri olan
kişi tepki verir, bilinci olan kişiyse eylemde bulunur. Karakteri olan
adam mekaniktir, robot gibi işler. Zihninde bilgiyle dolu bir
bilgisayar vardır; herhangi bir şey sor ona ve hazırlanmış cevap
bilgisayarından akmaya başlasın.
Bilinci olan kişi geçmişten ve hafızadan değil yalnızca anın içinde
eylemde bulunur. Onun eyleminde bir güzellik, doğallık vardır ve
duruma karşı verdiği yanıt samimidir. Karakteri olan kişi her zaman
eksik kalır çünkü hayat sürekli değişiyor; hiçbir zaman aynı değil. Ve
senin yanıtlarınsa hep aynı, hiç gelişmiyor; gelişemezler onlar ölü.
Çocukluğunda sana belli şeyler söylediler; o orda kaldı. Sen büyüdün,
hayat değişti ama sana ebeveynlerin ya da öğretmenlerin ya da
rahiplerin tarafından verilen cevaplar hâlâ orada. Ve bir şey
olduğunda sana elli yıl önce verilmiş olan cevaplara göre iş
göreceksin. Ve elli yılda köprünün altından çok sular geçti; tamamıyla
farklı bir hayat o artık.
Heraklit der ki: Aynı nehre iki kez giremezsin. Ve ben de sana diyorum
ki: Aynı nehre bir kez dahi giremezsin, nehir öyle hızlı akıyor ki.
Karakter durgundur; O kirli bir havuz suyudur. Bilinç bir nehirdir.
Bu yüzden ben insanlarıma davranış kuralları vermiyorum. Ben onlara
görecekleri gözler, yansıtabilecekleri bir bilinç, ortaya çıkacak her
türlü duruma yanıt verebilecekleri ayna gibi bir varlık veriyorum. Ne
yapılması ve yapılmaması gerektiğine ilişkin detaylı bilgiler
vermiyorum; onlara on emir vermiyorum. Ve onlara emirler vermeye
başlarsan onda duramazsın çünkü hayat çok daha karmaşıktır.
Kutsal Budist yazıtlarında bir Budist rahip için otuz üç bin tane
kural vardır. Otuz üç bin tane kural! Herhangi bir zamanda ortaya
çıkabilecek her tür durum için hazırlanmış bir cevap vermişlerdir. Ama
otuz üç bin davranış kuralını nasıl hatırlayacaksın? Ve otuz üç bin
tane davranış kuralını hatırlayabilecek kadar kurnaz birisi her zaman
için onun dışına çıkacak yolları bulabilecek kadar da uyanık
olacaktır; belli bir şeyi yapmak istemeyecek olursa ondan kurtulacağı
bir yol bulacaktır.
Bir Hıristiyan azizi duymuştum: Birisi yüzüne tokat atmış bunun nedeni
de o günün sabahındaki vaazda, "İsa eğer birisi yanağına bir tokat
atarsa öteki yanağını da dön, der" demesiymiş. Ve adam da bunu denemek
istemiş ve ona vurmuş, gerçekten çok sert vurmuş. Ve aziz de gerçekten
sözünde samimiymiş, sözünün eriymiş: Ona diğer yanağını da vermiş. Ama
adam da az değilmiş: Diğer yanağına da öncekinden de sert vurmuş.
Sonrasında da şaşırmış: Aziz adamın üzerine atlamış ve çok sert bir
şekilde vurmaya başlamış. Adam da demiş ki, "Ne yapıyorsun? Sen bir
azizsin ve daha bu sabah birisi sana vurursa öteki yanağını da dön
diyordun."
Aziz de, "Evet ama üçüncü bir yanağım yok. Ve İsa orada duruyor. Artık
özgürüm; artık istediğim şeyi yapacağım. İsa'nın bu konuda verdiği bir
bilgi yok" demiş.
İsa'nın hayatında da tıpkı bu şekilde oldu. Bir seferinde bir
müridine, "Yedi kez bağışla" dedi. Mürit de "Olur" dedi. Adamın "Olur"
deyişinden şüphelenen İsa, "Yetmiş yedi defa diyorum" dedi.
Mürit biraz rahatsız oldu ama, "Olur. Çünkü sayılar yetmiş yedide sona
ermiyor. Yetmiş sekizden ne haber? Ondan sonra özgürüm, o zaman
istediğim şeyi yapabileceğim!"
İnsanlar için kaç tane kural üretebilirsin? Çok aptalca, anlamsız.
İnsanlar bu şekilde dindar oluyorlar ve yine de dindar değiller: Her
zaman davranış kurallarının ve emirlerin dışına çıkacak bir yol
buluyorlar. Her zaman arka kapıdan bir yol buluyorlar. Ve karakter en
iyi ihtimalle sana deri kalınlığında, sahte bir maske verecek; deri
kalınlığında bile değil: Birazcık şu azizlerini kazıyıver ve altta
gizlenen hayvanı bulacaksın. Yüzeyden güzel görünürler ama sadece
yüzeyden.
Senin yüzeysel olmanı istemiyorum; senin gerçekten değişmeni
istiyorum. Ama gerçek bir değişim varlığının merkezi aracılığıyla
gerçekleşir, çeperden değil. Karakter çeperleri boyamaktır, bilinçse
merkezin dönüşmesidir.
HATALARINI GÖRMEYE BAŞLADIĞIN AN KURU YAPRAKLAR GİBİ DÜŞMEYE
BAŞLARLAR. O zaman hiçbir şey yapmaya gerek yoktur. Onları görmek
yeterlidir. Hatalarının sadece farkında olmak tek gerekli olan şeydir.
Bu farkındalıkta onlar kaybolmaya, buharlaşmaya başlarlar.
Birisi yalnızca bilincinde olmazsa aynı hatayı tekrar etmeye devam
edebilir. Bilinçsizlik aynı hatayı tekrar etmek için bir zorunluluktur
ve hatta değiştirmek istesen bile başka bir biçimde aynı hatayı
sürdürmeye devam edeceksin. Her şekilde ve her ebatta mevcutturlar!
Yerlerini değiştireceksin, yerine yedeğini koyacaksın ama onu
bırakamayacaksın çünkü derininde onun bir hata olduğunu göremiyorsun.
Başkaları sana söylüyor olabilirler çünkü onlar görebilirler...
Bu nedenle herkes kendisinin çok güzel, çok zeki, çok erdemli, ermiş
olduğunu düşünür ve hiç kimse onunla aynı fikirde değildir! Nedeni
basittir: Başkalarına bakarsın, onların gerçeğini görürsün ve kendine
karşıysa kurgular taşırsın, güzel kurgular. Kendin hakkında bildiğin
her şey az ya da çok bir mittir; gerçekle hiçbir alakası yoktur.
Kişi kendi hatalarını görmeye başladığı an kökten bir değişim
yerleşir. O yüzden çağlar boyunca tüm Budalar sadece bir tek şey
öğretiyorlar; farkındalık. Sana karakter öğretmiyorlar; karakter
rahipler, politikacılar tarafından öğretiliyor, Budalar tarafından
değil. Budalar sana bilinç öğretiyorlar vicdan değil.
Vicdan senin üzerinde başkaları tarafından oynanan bir oyundur;
başkaları sana neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylüyorlar. Sana
kendi fikirlerini empoze ediyorlar. Ve onu ta senin çocukluğundan beri
empoze ediyorlar. Ta en başından, senin üzerinde etki yaratabilmeleri,
sende iz bırakabilmeleri ihtimalinin olduğu zamanlardaki masumluğun,
kırılganlığın, hassasiyetin varken seni koşullandırdılar.
Koşullanmanın adı vicdandır ve bu vicdan sürekli olarak senin tüm
hayatına hükmetmeye devam ediyor. Vicdan toplumun seni köleleştirme
stratejisidir.
Budalar bilinçlilik öğretir. Bilinçlilik doğruyu ve yanlışı
başkalarından öğrenmemen demektir. Kimseden bir şey öğrenmeye
ihtiyacın yok, sadece içeri girmen gerekir. Yalnızca içe doğru
yolculuk yeterlidir; ne kadar derine inersen, o kadar bilinç açığa
çıkar. Merkeze ulaştığında o kadar çok ışıkla dolarsın ki karanlık
kaybolur.
Odana ışık getirdiğinde karanlığı dışarı iteklemek zorunda değilsin.
Işığın varlığı yeterlidir çünkü karanlık sadece ışığın olmamasıdır.
Aynı şekilde tüm deliliklerin, çılgınlıklarında öyle.
Adolf Hitler gibi giyinmiş bir adam bir psikiyatrı ziyaret ediyordu.
"Gördüğünüz gibi bir problemim yok. Dünyadaki en güçlü orduya,
ihtiyacım olan tüm paraya ve hayal edebileceğiniz, düşünülebilecek her
türlü lükse sahibim" dedi
"O halde sorununuz ne olabilir?" diye sordu doktor.
"Karım, Kendisinin Bayan Weaver olduğunu düşünüyor" dedi adam.
Bu zavallı adama gülme. O senden başkası değil.
Adamın biri bir terzi dükkânına gitti ve tavanın ortasından bir
koluyla asılı duran bir adam gördü.
"Bu adam orda ne yapıyor?" diye terziye sordu adam.
"Oh, lütfen ona ilgi göstermeyin, kendisinin bir ampul olduğunu
düşünüyor" dedi terzi.
"Peki neden ona ampul olmadığını söylemiyorsunuz?" diye sarsılarak sordu adam.
"Ne?" diye sordu terzi. "Karanlıkta mı çalışayım yani?"
Deli olduğunu bildiğin anda artık deli değilsindir. Aklı başında
olmanın tek kriteri budur. Cahil olduğunu bildiğin an bilge bir adam
haline gelirsin.
Delfi'deki kâhin Sokrat'ın dünyadaki en bilge insan olduğunu ilan
etti. Birkaç kişi hemen koşup Sokrat'a dediler ki: "Mutlu ol, kutla!
Delfi'deki kâhin Sokrat'ın dünyadaki en bilge insan olduğunu ilan
etti."
Sokrat da onlara, "Bu tamamen saçmalık. Bildiğim tek şey var o da
hiçbir şey bilmediğim" dedi.
İnsanların kafaları karıştı ve şaşırdılar. Tapınağa döndüler ve
kâhine, "Siz Sokrat'ın dünyadaki en bilge kişi olduğunu söylüyorsunuz
ama bizzat kendisi bunu yalanlıyor. Tam tersine silme cahil olduğunu
söylüyor. Sadece bir tek şey bildiğini ve onun da hiçbir şey bilmediği
olduğunu söylüyor" dediler.
Kâhin kahkaha attı ve "Bu yüzden onu dünyadaki en bilge kişi ilan
ettim. Tam olarak bu yüzden çünkü cahil olduğunu biliyor" dedi.
Cahil insanlar bilge olduğuna inanır. Deliler en aklı başında kişiler
olduğuna inanır.
Ve sürekli dışarıya doğru bakmak insanoğlunun doğasının bir
parçasıdır. Kendimiz dışında herkesi izledik; o nedenle de başkaları
hakkında kendimizden daha çok şey biliyoruz. Kendimiz hakkında hiçbir
şey bilmiyoruz. Kendi zihnimizin işleyişinin tanığı değiliz, içimizde
uyanık değiliz.
180 derecelik bir dönüşe ihtiyacın var; meditasyon tam olarak buna
ilişkin bir şeydir. Gözlerini kapatıp izlemeye başlaman gerekir.
Başlangıçta karanlıktan başka bir şey bulamayacaksın. Ve pek çok insan
korkup dışarı kaçacak çünkü dışarıda ışık var.
Evet dışarıda ışık var ama bu ışık seni aydınlatmayacak, bu ışığın
sana pek de bir faydası olmayacak. İçsel ışığa ihtiyacın var;
varlığının tam içinden kaynaklanan bir ışığa, ölüm tarafından
söndürülemeyecek bir ışığa, sonsuz bir ışığa. Ve ona sahipsin,
potansiyel var! Onunla birlikte doğdun ama onu arkanda tutuyorsun; ona
hiçbir zaman bakmıyorsun.
Ve yüzyıllar boyunca, pek çok hayat boyunca dışarı baktın, mekanik bir
alışkanlığa dönüştü. Uyurken bile rüyalara bakıyorsun; rüyalar
dışarının yansımaları demektir. Gözlerini kapadığında yeniden hayaller
kurmaya ya da düşünmeye başlıyorsun; bu yine başkalarıyla ilgilenmeye
başladığın anlamına geliyor. Bu o kadar kronik bir alışkanlık halini
almıştır ki çok küçük aralıklar, aralığından kendi varlığına bakıp kim
olduğunun ipuçlarını alabileceğin küçük pencereler bile yoktur.
Başlangıçta çok zor bir mücadeledir, çok çetindir. Zordur ama imkânsız
değildir. Kararlıysan, içsel dünyanı keşfe kendini adadıysan eninde
sonunda gerçekleşecektir. Sadece sürekli olarak kazmaya devam etmen
gerekir, karanlıkla sürekli mücadele etmen lazım. Bir süre sonra
karanlığı geçeceksin ve ışık alemine gireceksin. Ve bu ışık gerçek
ışıktır, güneşin ya da ayın ışığından çok daha hakikidir çünkü
dışarıdaki tüm ışıklar geçicidir; onlar sadece bir süreliğine vardır.
Güneş bile bir gün gelip ölecek. Yalnızca küçük lambalar kaynaklarını
tüketip sabaha doğru sönmezler, bu inanılmaz kaynaklara sahip güneş
bile her gün ölmekte. Er ya da geç bir karadeliğe dönüşecek; ölecek ve
ondan hiç ışık gelmeyecek. Ne kadar uzun yaşarsa yaşasın ölümsüz
değil. İçsel ışık ölümsüzdür; bir başlangıcı ya da sonu yoktur.
Sana hata yapmayı bırak, kendini iyi bir insan yap, karakterini
geliştir demek ilgimi çekmiyor, hiç çekmiyor. Karakterinle hiç
ilgilenmiyorum; yalnızca senin bilincinle ilgileniyorum
Daha uyanık, daha bilinçli ol. Kendi içinde, varlığının merkezini
bulana kadar giderek daha derine in. Çeperde yaşıyorsun ve çeperde
daima kargaşa var. Derine indikçe etrafı kaplayan sessizlik de
derinleşir. Ve bu sessizlik, keyif, ışık deneyimlerinde, yaşamın başka
boyutlara doğru harekete geçer. Hatalar, yanlışlar kaybolmaya başlar.
O yüzden hatalar, yanlışlar, eksikler konusunda endişelenme. Sadece
tek bir şey, tek bir olayla ilgilen. Tüm enerjini tek bir hedefe koy
ve bu da nasıl daha çok bilinçli olacağın, nasıl daha aydınlanmış
olacağın olsun. O kaçınılmazdır; tüm enerjini buna verirsen
gerçekleşecek. O senin doğuştan sahip olduğun hakkındır.
AHLAK İYİ VE KÖTÜ NİTELİKLERLE İLGİLENİR. Bir insan --ahlaka göre--
dürüstse, doğruysa, güvenilirse, inanılırsa iyidir.
Bilinçli bir insan sadece iyi bir adam değildir, çok daha fazlasıdır.
İyi bir insan için iyilik her şeydir; farkında bir insan içinse iyilik
sadece bir yan üründür. Kendi varlığının farkına vardığın an iyilik
seni bir gölge gibi takip eder. O zaman iyi olmak için bir çabaya
gereksinim yoktur; iyilik senin doğan olur. Ağaçların yeşil olması
gibi sen de iyisin.
Ama "iyi adam" farkında olmak zorunda değildir. Onun iyiliği büyük bir
çaba sonucudur, kötü şeylerle; yalan söylemekle, çalmakla, dürüst
olmamakla, şiddetle, yalancılıkla savaşıyor. Onlar iyi adamın
içindedir ama bastırılmıştır, her an yeniden püskürebilir.
İyi adam hiçbir çabaya gerek olmaksızın kötü adama dönüşebilir çünkü
bu kötü niteliklerin hepsi oradadır, yalnızca harekete geçmemiş halde
durmakta, büyük bir gayretle bastırılmaktadır. Şayet bu gayrete bir
son verecek olursa onlar yaşamında hemen püskürmeye başlayacak. Ve iyi
nitelikler sadece üretilmiştir, doğal değildir. Dürüst olmak, içten
olmak, yalan söylememek için çok gayret gösterir ama o bir çabaydı,
yorucuydu.
İyi adam her zaman ciddidir çünkü baskılanmış tüm kötü nitelikler onu
korkutmaktadır. Ve o ciddidir çünkü içten içe iyiliği için paye
edinmeyi, ödüllendirilmeyi arzular. Saygın olmak için yanıp
tutuşmaktadır. Sözde azizlerin çoğunlukla sadece "iyi adamlardır."
"İyi adam"ın ötesine geçmek için sadece bir yol vardır ve bu da
varlığına daha çok farkındalık getirmektir. Farkındalık üretilebilecek
bir şey değildir; o zaten oradadır, sadece uyandırılması gerekir.
Tamamen uyandığında yaptığın her şey iyidir ve yapmadığın her şey
kötüdür.
İyi adam kötüden kaçınmak ve iyi şeyi yapmak için çok büyük bir gayret
sarf etmek zorundadır; kötü onun aklını sürekli çelmektedir. O bir
seçim; her an iyiyi seçmek ve kötüyü seçmemek zorundadır. Örneğin
Mahatma Gandhi gibi bir adam; o iyi bir adam. Hayatı boyunca iyinin
tarafında olmak için çok çalıştı. Ama yetmiş yaşındayken bile cinsel
rüyalar görüyordu ve çok fazla kızgındı: "Uyanık olduğum zamanlar söz
konusu olduğunda kendimi seksten tamamıyla özgürleştirebiliyorum. Ama
uyurken ne yapabilirim? Gündüz bastırdığım her şey geceleyin geliyor."
Bu sadece şunu gösteriyor; o hiçbir yere gitmemiştir. O senin
içindedir, sadece beklemekte. Gevşediğin anda, çabayı ortadan
kaldırdığında --ve en azından uyurken gevşemek ve çabayı ortadan
kaldırmak durumundasın-- baskılamakta olduğun tüm kötü nitelikler
rüyaların haline gelmeye başlar. Rüyaların senin bastırılmış
arzularındır.
İyi adam sürekli çatışma halindedir. Hayatı keyifli değildir; içinden
geldiği gibi gülemez, şarkı söyleyemez, dans edemez. Her şeyde sürekli
yargılama yapar. Yaşamı lanetlemeler ve yargılarla doludur. Ve bizzat
kendisi iyi olmak için çok çalıştığından başkalarını da aynı
kriterlere göre yargılıyordur. Seni olduğun gibi kabul edemez; sadece
onun iyi olma talebini gerçekleştirirsen seni kabul edebilir. Ve
insanları oldukları gibi kabul edemediği için de onları lanetler.
Senin tüm azizlerinin içi herkes için lanetlemelerle doludur; onlara
göre hepiniz günahkârlarsınız.
Bunlar hakiki dindar insanın nitelikleri değildir. Hakikaten dindar
bir adamın hiçbir yargısı yoktur, laneti yoktur. Bir tek şunu bilir ki
hiçbir eylem iyi değildir ve hiçbir eylem kötü değildir; farkında
olmak iyidir, farkında olmamak kötüdür. Farkında olmadan tüm dünyaya
iyi gözüken bir şey bile yapabilirisin ama dindar kişi için o iyi
değildir. Ve sen kötü bir şey yapabilirsin ve dindar kişi haricinde
herkes tarafından lanetleneceksin. O seni lanetleyemez çünkü sen
bilinçsizsin; senin şefkate ihtiyacın var yargılanmaya değil.
Lanetlemek değil; sen cehennemi hak etmiyorsun, kimse cehennemi hak
etmiyor.
Kesin bir farkındalık noktasına gelmenin seçmekle bir alakası yoktur;
sen yalnızca ne iyiyse onu yaparsın. Onu masum bir şekilde yaparsın,
tıpkı gölgenin seni takip ettiği gibi, çabasız. Koşarsan gölgen de
koşar; durursan gölgen de durur ama gölge açısından bir gayret yoktur.
Farkında olan bir kimse iyi adamla eş anlamlı düşünülemez. O iyidir;
ama çok farklı bir biçimde, çok farklı bir açıdan. O iyidir, iyi
olmaya çalıştığından değil; iyidir çünkü o farkındadır. Ve
farkındalıkta şeytani, kötü, tüm bu lanetleyici sözcükler karanlığın
ışıkta kaybolması gibi kaybolurlar.
Dinler sadece ahlak olarak kalmaya karar verdiler. Onlar ahlaki
kurallar; onlar toplum için kullanışlı ama senin için kullanışlı
değil, birey için kullanışlı değil. Onlar toplum tarafından yaratılmış
kolaylıklar. Doğaldır ki herkes çalmaya başlarsa yaşamak
imkansızlaşacaktır; herkes yalan söylemeye başlarsa yaşamak
imkansızlaşacaktır; eğer herkes düzenbaz olursa yaşayamazsın bile. O
nedenle en alt seviyede toplum ahlaka ihtiyaç duyar; toplumsal bir
menfaattir ama dini bir devrim değildir.
Sadece iyi olmakla yetinme.
Unutma, neyin iyi neyin kötü olduğunu düşünmek bile zorunda olmadığın
bir noktaya gelmek zorundasın. Farkındalığının, bilinçliliğinin bizzat
kendisi seni iyiye doğru götürüvermeli; bastırmak yok. Mahatma
Gandhi'yi farkında bir adam olarak adlandırmazdım, sadece iyi bir adam
ve gerçekten iyi olmak için çok çabaladı. Onun niyetlerinden şüphem
yok ama iyilik konusunda takıntılıydı.
Farkında bir insan hiçbir şey için takıntılı değildir; takıntısı
yoktur. O sadece rahattır, sakin ve sessizdir, dingin ve durudur.
Sessizliğinin içinden ne çiçeklenirse iyidir. Her zaman iyidir;
seçimsiz farkındalıkta yaşar.
O yüzden sıradan iyi adam kavramının ötesine geç. İyi olmayacaksın,
kötü olmayacaksın. Sadece tetikte olacaksın, bilinçli, farkında ve
sonra ne gelirse iyi olacak. Bir başka açıdan diyebilirim ki
farkındalığının bütünlüğünde Tanrısallığa ereceksin. Ve iyi,
Tanrısallığın sadece küçücük bir yan ürünüdür.
Dinler sana iyi olmayı öğretip duruyorlar ki bu sayede bir gün Tanrıyı
bulasın. Bu imkânsız; hiçbir iyi adam Tanrısallığı bulamamıştır. Ben
tam tersine olanı öğretiyorum: Tanrısallığı bul ve iyi kendiliğinden
gelecek. Ve iyi kendiliğinden geldiğinde kendisine has bir güzelliği,
zarafeti, basitliği ve alçakgönüllülüğü vardır. Ne burada ne de
ahrette bir ödül istemez. O kendi kendisinin ödülüdür.

Senin içinde üç tane sen var


SORU: Her zaman egomuz aracılığıyla mı eylemde bulunuyoruz yoksa ondan özgür olduğumuz anlar da var mıdır?

OSHO: Senin içinde üç tane sen var: Birinci sen kişiliktir. Kişilik (personality) sözcüğü Yunanca ‘persona’ kökünden gelir. Antik Yunan tiyatrosunda maske kullanırlardı ve ses maskeden gelirdi. ‘Sona’ ses, insan sesi anlamına gelir ve ‘per’ maskenin içinden demektir. Gerçek yüzü, gerçek aktörü tanımıyorsun. Bir maske var ve maskenin içinden ses geliyor. Maskeden geliyor gibi gözükür ve sen gerçek yüzü tanımıyorsun. Kişilik (personality) güzel bir sözcüktür, o Yunan tiyatrosundan gelir.

Ve olan şey budur. Yunan tiyatrosunda sadece bir tane maskeleri vardı. Senin ise tıpkı bir soğanın katmanları gibi maskelerinin üzerinde pek çok maskelerin vardır. Bir maskeni kenara koysan başka bir tanesi vardır, onu da kaldırsan diğeri vardır. Ve sen kazımaya ve kazımaya devam edebilirsin. Ve kaç tane yüz taşıdığını bilmek seni şaşırtacaktır. Kaç tane! Hayatlardır onları topluyorsun. Ve onların hepsi kullanışlıdır çünkü pek çok kez değiştirmen gerekir.

Hizmetçinle konuşuyorsun, patronunla konuşurken sahip olduğun yüzü taşıyamazsın. Ve her ikisi de aynı odada olabilir: Hizmetçiye baktığında bir maskeyi kullanmak zorundasın. Ve patronuna baktığında ise başka bir maskeyi kullanmak zorundasın. Sen sürekli değişirsin. Bu neredeyse otomatik hale gelmiştir: Senin değiştirmene gerek yok kendiliğinden değişir. Patrona bakarsın ve gülümsersin. Ve hizmetçiye bakarsın ve gülümseme kaybolur ve sen sertsin; patronunun sana olduğu kadar sertsin. O kendi patronuna baktığında gülümser.

Tek bir anda yüzünü pek çok kez değiştiriyor olabilirsin. Kişi kaç tane yüzü olduğunu bilmek için çok çok uyanık olmalıdır. Sayısız. Sayılamazlar.

Bu birinci sensin, sahte sen ya da ona ego de. O sana toplum tarafından verilmiştir, o sana toplumun bir armağanıdır; politikacının ve din adamının ve ebeveynin ve pedagoğun. Onlar sana hayatını yumuşatmak için pek çok yüz vermiştir. Onlar senin hakikatini senden almıştır, onun yerine sana sahtesini vermiştir. Ve bu sahte yüzler nedeniyle sen kim olduğunu bilmiyorsun. Sen bilemezsin çünkü yüzler o kadar hızla değişiyor ve o kadar çoklar ki sen kendine güvenemezsin. Sen tam olarak hangi yüzün senin olduğunu bilmiyorsun. Aslında bu yüzlerin hiçbirisi sen değilsin.

Ve Zen insanları der ki, “Kendi orijinal yüzünü bilmediğin sürece Buda’nın ne olduğunu bilemeyeceksin.” Çünkü Buda senin orijinal yüzündür.

Sen bir Buda olarak doğdun ve sen bir yalanı yaşıyorsun.

Bu toplumsal armağan bırakılmalıdır. Sannyas’ın, kendini manevi bir yola adamanın anlamı budur. Sen bir Hristiyan'sın veya bir Hindu'sun veya bir Müslümansın, bu yüz bırakılmalıdır. Çünkü bu senin yüzün değildir; o sana başkaları tarafından verilmiştir, sen onun için koşullandırılmışsındır. Ve sana sorulmamıştır, senden bu istenmemiştir. Bu sana şiddetle, kaba kuvvetle dayatılmıştır.

Tüm anne babalar saldırgandır ve tüm eğitim sistemleri saldırgandır çünkü onlar seni dikkate almazlar. Onların değişmez doğru olarak kabul ettikleri fikirleri vardır, onlar zaten neyin doğru olduğunu biliyor. Ve onlar bu ‘doğruyu sana yerleştirirler. Sen içinden kıvranırsın, çığlık atarsın ama sen çaresizsin. Bir çocuk son derece çaresiz ve kırılgandır, o herhangi bir şekilde kalıba dökülebilir. Ve toplumun yaptığı şey budur. Çocuk yeterince güçlenmeden önce o çoktan bin bir şekilde sakatlanmıştır. Felç olmuş, zehirlenmiştir.

Dindar olmak istediğin gün tüm dinlerden vazgeçmek zorunda kalacaksın. Tanrı ile ilişkiye geçmek istediğin gün Tanrı hakkındaki tüm ideolojilerden vazgeçmek zorunda kalacaksın. Kim olduğunu bilmek istediğin gün sana verilmiş olan tüm cevaplardan vazgeçmek zorunda kalacaksın. Ödünç alınmış her şey yakılmalıdır.

Bu nedenle Zen şu şekilde tanımlanmıştır: “İnsan kalbine doğrudan hitap etmek. Doğayı görmek ve Buda olmak. Harflere yaslanmamak, kutsal metinlerden ayrı, dışında bir iletişim şekli.”

Kutsal metinlerden ayrı, dışında bir iletişim şekli: Kuran bunu sana veremez, ne Dhammpada ne İncil ne Talmud ne de Gita verebilir. Hiçbir kutsal metin onu sana veremez. Ve şayet kutsal metne inanırsan hakikati ıskalamaya devam edeceksin.

Hakikat senin içinde; onunla orada karşılaşmak gerekir. “İnsan kalbine doğrudan hitap etmek. Doğayı görmek ve Buda olmak.” Hiçbir yere gitmene gerek yok. Ve nereye gidersen git aynı kalacaksın, o halde ne anlamı var? Himalayalara gidebilirsin, bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Seninle birlikte olan her şeyi taşıyacaksın. Sonradan olduğun her şeyi, yapıldığın her şeyi, tüm yapaylıklarını taşıyacaksın. Sentetik yüzlerin, ödünç alınmış bilgin, kutsal metinlerin içinde sana yapışık kalmaya devam edecek. Himalayalardaki bir mağaranın içinde otururken bile tek başına olmayacaksın. Öğretmenler etrafında olacak ve din adamları ve politikacılar ve anne babalar ve tüm toplum. Belki o görünür olmayacaktır fakat içinde seni kalabalıklaştırarak orada olacaktır. Ve sen bir Hıristiyan ya da bir Hindu ya da bir Müslüman olarak kalacaksın. Ve sen papağan gibi sözcükleri tekrar edip duracaksın. O değişmeyecek. O değişemez. Nereye gidersen git kendin olarak kalacaksın. Cennette yahut Himalayalarda bile olsan başka türlü olamazsın. Dünya senin dışında değildir; dünya sensin. Bu yüzden nereye gidersen git beraberinde dünyanı da götürürsün.

Gerçek değişiklik mekânda olmamalı, gerçek değişiklik dışarıda olmamalı, gerçek değişiklik içsel olmalı ve gerçek değişiklik derken ne demek istiyorum? Kendini geliştirmen gerekli demiyorum çünkü gelişme yine bir yalandır.

Gelişme, kişiliğini cilalamaya devam edeceksin demektir. Onu son derece güzelleştirebilirsin; ancak hatırla o ne kadar güzel olursa o kadar tehlikelidir. Çünkü ondan vazgeçmek o kadar zor olacaktır. Bu nedenle bazen bir günahkâr, bir aziz haline gelir. Fakat senin sözde saygıdeğer insanların asla öyle olamaz. Onlar olamazlar; onların öylesine değerli, öylesine süslenmiş, cilalanmış kişilikleri vardır ki ve onlar kişiliğe çok fazla yatırım yapmışlardır. Onların tüm yaşamı bir çeşit cilalamadır. Artık bu güzel kişilikleri bırakmak çok ağır bir bedeldir. Bir günahkâr ondan vazgeçebilir, onun buna yatırımı yoktur. Aslında o bundan bıkmıştır, o çok çirkindir. Fakat nasıl saygıdeğer bir kişi ondan kolaylıkla vazgeçsin? Bu ona gayet iyi hasılat bırakıyor, bu çok kârlı bir şeydi. Bu onu daha çok ve daha çok saygıdeğer hale sokuyor, o daha yükseğe ve daha yükseğe çıkıyor, o başarının zirvesine ulaşıyor. Onun bu başarı merdiveninde ilerlemesini durdurması çok zor. Bu sonu olmayan bir merdiven, sen sonsuza dek devam edebilirsin.

Birisi Henry Ford’a ölüm döşeğindeyken sormuştu —o halâ bazı yeni endüstriler, bazı yeni girişimler planlıyordu— birisi ona sordu, “Efendim ölüyorsunuz! Ve doktorlar birkaç günden fazla yaşayamayacağınızı söylüyor. Hatta onlar bundan bile emin değil; bugün ya da yarın ölebilirsiniz. Şimdi, neden? Ve siz bunu tüm hayatınız boyunca yapmıştınız. Ve sizin çok paranız var, harcayabileceğinizden çok, istediğiniz her şeyi yapabileceğinizden daha çok. Bu gereksiz bir para. Niçin girişimlerinizi sürekli çoğalttınız?” Bir anlığına Henry Ford planlamayı durdurmuş olmalı. Ve şöyle söylemiş, “Dinle. Duramam. Bu mümkün değil. Sadece ölüm beni durduracak, ben duramam. Canlıyken daha yüksek basamağa tırmanmaya devam edeceğim. Bunun anlamsız olduğunu biliyorum ama duramıyorum!”

Hayatta başarılı olduğun zaman durmak zordur. Zenginleşiyorken durmak zordur, meşhur oluyorken durmak zordur. Ne kadar rafine bir kişiliğin varsa, o sana, o kadar çok tutunur.

Bu yüzden sana kendini geliştirmen gerektiğini söylemiyorum. Buda’dan Hakuin’e kadar tüm büyük üstatlar; hiç kimse sana gelişmeni söylememiştir. Sözde ‘gelişim kitapları’ konusunda dikkatli ol. Amerikan piyasası böyle kitaplarla doludur. Dikkatli ol. Çünkü gelişmek seni hiçbir yere götürmeyecektir. Bu gelişmekle alakalı bir şey değildir; çünkü gelişmekle gelişecek olan şey bir yalandır. Kişilik gelişecektir —daha çok cilalanacaktır, daha zor fark edilir olacaktır, daha değerli olacaktır, daha kıymetli olacaktır— fakat bu dönüşüm değildir.

Dönüşüm kişiliği geliştirmekle değil, tamamıyla bırakmakla olur.Yalan hakikat haline gelemez. Yalanı geliştirerek bir hakikate dönüştürmenin bir yolu yoktur. O yalan kalacaktır. O daha çok bir hakikat gibi gözükecektir ama bir yalan olarak kalacaktır. Ve ne kadar hakikat gibi gözükürse, onun cazibesine o kadar kapılacak, onun içine kök salacaksın. Yalan o kadar çok hakikatmiş gibi gözükebilir ki onun bir yalan olduğu gerçeğini unutabilirsin.

Yalan sana şöyle der: Hakikati ara. Karakterini, kişiliğini geliştir. Hakikati ara, şu ol, bu ol. Yalan sana yeni programlar vermeye devam eder: Bunu yap ve her şey iyi olacak ve sonsuza dek mutlu olacaksın. Şunu yap, bunu yap. Bu başarısız mı oldu? Endişelenme, senin için başka planlarım var. Yalan sana planlar vermeye devam eder ve sen bu planlara uymaya devam edersin ve hayatını boşa harcarsın.

Aslında hakikat için arayış bile bir yalandan kaynaklanır. Bunu anlamak zor olacaktır fakat bu anlaşılmak zorundadır. Hakikat arayışı yalanın kendisinden kaynaklanır. Bu yalanın kendisini koruma yoludur; o sana hakikat arayışını bile sunar, şimdi sen kişiliğine nasıl öfkelenebilirsin? Ve sen nasıl onu bir yalan olarak adlandırabileceksin? O seni hakikat arayışına doğru iter, o seni zorlar, o seni buna sevk eder.

Fakat arayış uzaklaşmak demektir. Ve hakikat buradadır. Ve yalan seni oraya gitmen için itekler. Ve hakikat şimdidir. Ve yalansa ‘o zaman’ ve ‘oradadır. Yalan her zaman için geçmişten yahut gelecekten konuşur, o asla şimdiki zamandan konuşmaz. Ve hakikat mevcuttur. Tam şu an! O şimdi buradadır…

Bu yüzden ilk ‘sen’ yalandır, eylemdir. Senin etrafını çevrelemiş olan sahte kişiliktir. Toplumsal yüz, sahtekârlık. O düzenbazdır. Toplum onu sana dayatmıştır ve sen onun bir işbirlikçisi haline gelmişsindir. Toplumsal yalanla yapmış olduğun işbirliğini bırakmak zorundasın. Çünkü sen sadece bütünüyle çıplak olduğunda kendinsindir. Tüm kıyafetler toplumsaldır. Kendin olduğunu zannettiğin tüm kimlikler ve tüm fikirler toplumsaldır; başkaları tarafından verilmiştir. Onların bu fikirleri sana vermek için kendi sebepleri vardır. Bu zor fark edilen bir sömürüdür.

Gerçek sömürü ekonomik ya da siyasi değildir, gerçek sömürü psikolojiktir. Bu yüzden bugüne kadar yapılan tüm devrimler başarısız olmuştur. Şimdiye kadar hiçbir devrim başarılı olmamıştır. Sebep? Çünkü onlar psikolojik olan en derindeki sömürüye bakmamışlardır. Onlar sürekli olarak yüzeysel şeyleri değiştirirler. Kapitalist bir toplum komünist hale gelir ama bu hiçbir değişiklik yaratmaz. Bir demokrasi diktatörlük haline gelir, diktatörlük olan bir toplum demokratik hale gelir, bu hiçbir fark yaratmaz. Bunlar sadece yüzeysel değişikliklerdir, badana gibidir. Ardındaki yapı aynı kalır.

Psikolojik sömürü nedir? Psikolojik sömürü hiç kimsenin kendisi olmasına izin verilmemesidir. Hiç kimsenin kendisi olarak kabul edilmemesidir. Hiç kimseye saygı duyulmamasıdır. Onlara kendileri olarak saygı duymazsan insanlara nasıl saygı duyacaksın. Şayet onlara bazı şeyleri dayatıyorsan ve sonra saygı duyuyorsan, sen kendi dayatmalarına saygı duyarsın. Sen onlara kendileri olarak saygı duymuyorsun, onların çıplaklığına saygı duymuyorsun. Onların doğallığına saygı duymuyorsun, onların içinden gelenlere saygı duymuyorsun, onların gerçek gülümsemelerine ve gerçek gözyaşlarına saygı duymuyorsun. Sen sadece sahteliğe, eylemlere, gösterişe saygı duyuyorsun. Sen onların eylemlerine saygı duyuyorsun.

Bu sen-1 bütünüyle bırakılmalıdır. Freud, insanlığa kişiliğin, bilinçli zihnin sahteliğinin farkında olması için çok yardımda bulunmuştur. Onun devrimi Marks’ın devriminden çok daha fazla derindir, onun devrimi herhangi başka bir devrimden çok daha derindir. Her ne kadar o yeterince ileri gitmese de derine iner.

O ikinci sene, sen-2’ye ulaşır. Bu bastırılmış sendir, içgüdüsel sen, bilinçsiz sen. Bu toplumun izin vermediği her şeydir, bu toplumun varlığının içinde kalması için zorladığı ve oraya kilitlediği her şeydir. O sadece rüyalarında gelir, o sadece metaforlarda gelir, o sadece sarhoş olduğunda gelir, o sadece artık kontrolünü yitirdiğinde gelir. Bunun dışında o, senden çok uzakta kalır. Ve o daha hakikidir, o sahte değildir.

Freud insanın bunun farkında olması için çok şey yapmıştır. Hümanist psikoloji akımı ve özellikle de gelişim grupları, yüzleşme ve diğerleri senin içinde çığlık atmakta olan, bastırılmış olan, ezilmiş olan tüm şeylerin farkında olman için muazzam düzeyde yardımda bulunmuştur. Ve bu senin en yaşamsal parçandır. Bu senin gerçek hayatın, doğal hayatındır. Dinler onu senin hayvansı parçan olarak kötülemiştir, onlar onu günahların kaynağı olarak kötülemiştir. O günahın kaynağı değildir, o yaşamın kaynağıdır. Ve o bilinçten daha alt seviyede değildir. O bilinçten daha düşük seviyede değil fakat bilinçten daha derindedir. Ve şayet o hayvansıysa bunda yanlış hiçbir şey yoktur. Hayvanlar güzeldir, ağaçlar da. Onlar hâlâ kendi mutlak basitlikleri içinde çıplak yaşarlar. Onlar henüz din adamları ve politikacılar tarafından mahvedilmemişlerdir. Onlar hâlâ Tanrı’nın parçasıdır. Yalnızca insan yanlış yola sapmıştır. İnsan yeryüzündeki yegâne anormal hayvandır; aksi taktirde tüm hayvanlar basitçe normaldir. Bunun sonucu olarak da coşku, güzellik, sağlık. Bu yüzden canlılık. Görmedin mi? Bir kuş kanatlanmış uçarken hiç kıskanmadın mı? Hiç, bir geyiği ormanın içinde hızla koşarken görmedin mi? Canlılığı, enerjinin saf coşkusunu kıskanmadın mı?

Çocuklar: Hiç onları kıskanmadın mı? Belki de o kadar kıskançlık hissediyorsun ki bu yüzden çocuksu olmayı kötüleyip duruyorsun. Sürekli kötülüyorsun. Montague, “Çocukça davranma” yerine insanlara “Yetişkince davranma” demeye başlamalıyız derken haklıdır. O haklıdır, aynı fikirdeyim.

Bir çocuk güzeldir, yetişkin çirkinliktir. O artık bir akış değildir, o pek çok şekilde bloke olmuştur. O donmuştur, o cansızdır. Ve donuktur. O coşkuyu kaybetmiştir, o heyecanı kaybetmiştir, o sadece sürünmektedir. O sıkılmıştır, onda hiç gizem duygusu yoktur. O asla şaşırmış hissetmez, o hayret etmenin lisanını unutmuştur. Onda gizem kaybolmuştur. Onun açıklamaları vardır, gizem artık orada değildir. Bu nedenle o şiiri ve dansı ve tüm değerli olan şeyleri ve hayata anlam ve önem katan her şeyi, hayata tat veren her şeyi kaybetmiştir. Bu ikinci ‘sen’ birincisinden çok daha değerlidir. Bu tüm dinlere karşı olduğum yerdir, tüm din adamlarına karşı olduğum yerdir çünkü onlar en yüzeysel olan birinciye yapışırlar. İkinciye git. Fakat ikinci son değildir; Freud’un eksik kaldığı yer burasıdır. Ve hümanist psikolojinin de eksik kaldığı yer budur; Freud’dan biraz daha derine iner yine de üçüncüyü bulmak için yeterince derine inmez.

Üçüncü bir ‘sen,’ sen-3 vardır. Sen-1’in ve sen-2’nin, her ikisinin ötesindeki gerçek sen, orijinal yüz. Aşkın olan. Budalık. O bölünmemiş saf bilinçliliktir.

Birinci sen toplumsaldır, ikinci sen doğaldır, üçüncü sen ilahidir. Ve hatırla, birinci kullanışlı değildir demiyorum. Şayet üçüncü varsa o zaman birinci güzel bir şekilde kullanılabilir. Eğer üçüncü varsa ikinci güzel bir şekilde kullanılabilir. Ancak sadece üçüncü varsa. Şayet merkez iyi bir şekilde iş görürse o zaman çeper de iyidir, o zaman dış çevrede iyidir. Fakat merkez olmadan sadece çerçeve bir çeşit ölüdür.

İnsanın başına gelen şey budur. Bu yüzden Batı’daki pek çok düşünür hayatın anlamsız olduğunu zanneder. Öyle değildir. Bunun nedeni sadece senin anlamın kaynaklandığı, ortaya çıktığı merkezinle teması kaybetmiş olmandır. Bu tıpkı bir ağacın kendi kökleri ile temasını yitirmiş olması gibidir. Artık hiç çiçek yeşermez. Artık yeşillik kaybolmaya başlar, yapraklar dökülür ve artık yeni yaprak gelmez. Ve özsuyu akmaz, gövde artık yoktur. Ağaç ölü hale gelir, ağaç ölüyor. Ve ağaç felsefe yapmaya başlayabilir, ağaç varoluşçu, bir Sartre ya da başka birisi haline gelebilir ve ağaç hayatta çiçekler olmadığını söylemeye başlayabilir. Hayatta çiçekler olmadığını, güzel kokular olmadığını, artık kuşlar olmadığını söyleyebilir. Ve ağaç hatta bunun her zaman böyle olduğunu söyleyebilir ve eskilerin sadece çiçekler var diyerek kendilerini kandırdıklarını söyleyebilir. Onlar hayal kuruyordu. “Bu her zaman böyleydi, bahar asla gelmemiştir, insanlar yalnızca hayal kurmuştur. Bu Budalar, çiçeklerin açtığını ve çok büyük bir neşe olduğunu ve kuşların ve gün ışığının geldiğini sadece hayal ediyorlar ve kafalarında kuruyorlardı. Hiçbir şey yoktur. Her şey karanlıktır, her şey rastlantısaldır ve hiçbir anlam yoktur.” Ağaç bunu söyleyebilir. Ve gerçek şey anlamın olmadığı, artık çiçeklerin olmadığı, çiçeklerin var olmadığı, hoş kokuların hayal ürünü olmadığı değil ağacın sadece kökleri ile temasını yitirmiş olmasıdır.

Sen kendi Budalığının içinde kökleşmedikçe çiçek açmayacaksın. Şarkı söylemeyeceksin, kutlamanın ne olduğunu bilmeyeceksin. Ve sen kutlamayı bilmiyorsan Tanrı’yı nereden bileceksin. Ve şayet sen dans etmeyi unutmuşsan, nasıl dua edeceksin. Şayet sen nasıl şarkı söyleneceğini ve nasıl sevileceğini unutmuşsan o zaman Tanrı ölüdür. Tanrı ölü değildir. Tanrı sadece senin içinde ölüdür, sadece senin içinde. Senin ağacın kurudur, gövde kaybolmuştur. Yeniden köklerini bulmak zorunda kalacaksın. Kökleri nerede bulmalı? Kökler şimdi ve burada bulunmalıdır. 
OSHO